9 Mayıs 2015 Cumartesi

Elfida -Bölüm 10-



8 Ay Sonra

Yaşanılan acı tatlı her şeyin geçici olduğu bir dünya sonuçta, yanımızda kalmasını istediklerimiz de neden çekip gitmeyecek ki... Ömrümüzün ne kadar süreceği tam bir muamma, kanun böyle. Sevgi diye bir his varsa içinizide yazık etmeyin, söyleyin. Bir şarkı gibi bitince susmuyor çünkü. Kıyamadığınız tüm herkesten kopacağız günün birinde ki bu ölüm olacak. Ölüm halbu ki doğum kadar mucizevi bir şey, bizi üzüp kahretmesi ölen kişinin anılarıyla doğru orantılı. Anılar evet, toprağa gömülmeyen, yakılıp savrulmayan, adımız gibi zihnimizde yer eden anılar. Tam da burada acı çekiyorum ben. Ölen kişi anıları da alıp gitse belki de hüzünlerden kurtaracak bizi. Ama olsun, anılar acılar kadar gerekli. Ne de olsa anılar biriktirmek için yaşıyoruz. Biz ölüdüğümüzde güzel şeyler bırakmak üzere...

Zor günler geçirmiştim, öyle zor ki defalarca mide ağrısından istifra etmiştim. Kaza da her ne kadar suçsuz sayılsam da vicdanım beni rahat bırakmıyor her an bana acı çektiriyordu. Evet, benim yüzümden. Evet, hızlı olmasaydım kaza olmayacaktı. Evet, Elfida hala benimle olacaktı... Evet... Canı alıp giden her defasında aynı melek ve biz farklı farklı insanlar olarak sebep oluyoruz. Ben aşkımın sebebi...

Yokluğuna alıştım mı? Hayır! Bir yandan ilerki zamanlarda yaşayacaklarımızı görmen hala aklımda bir soru, yaşayamadık onları Elfida! Her gece ağlayarak uykuya dalıyorum, uyandığımda kirpiklerim birbirine yapışmış oluyor. Sanki sensiz güne açılmak istemiyor gibi. Seni kimseye anlatamıyorum, canım acıyor. Sen, nasıl ölürsün! Bazen çıldırmamak elde değil...

Hayat çok ilginç. Benim acım milyarlarca insanın umurunda bile değil, herkes gündelik yaşamında. Bunu bu şekilde farketmek çok acı. Bir yandan kendi işlerim derken geçip gidiyor elbette günler. Normal bir ölümün ötesinde bir acı olsa da içimde, yaşamıma da devam etmem gerekiyordu...

Bir Perşembe sabahı şirketteki ofisimde yapılacak organizasyonların ayrıntılarını inceliyordum. Sekreterim Özlem kapıyı çalarak içeri girdi "Özgür bey, Yağmur isminde bir bayan sizinle görüşmek istiyor." Önümdeki evrakları düzelterek "Tabi, alabilirsin içeri." dedim. İçeri durumu nasıl izah edeceğini bilemeyen biri gibi girdi, kendimi görür gibi olmuştum. "Iyi günler Özgür bey." diyerek elini uzattı. Ayağa kalkıp masanın etrafından dolandım ve elini sıktım "Iyi günler. Buyurun lütfen." diyerek siyah deri koltuğu gösterdim. "Hakkımda ne düşüneceksiniz inanın umurumda değil, bunu artık sizinle görüşmem gerekiyor...". Meraklanmıştım, karşısına oturdum "Sizi dinliyorum...". Ellerini yumruk yaparak kucağında sıkıyordu "Bir Mayıs ayı Yalova sahilinde bana yapmış olduğunuz sürprizi hatırlıyor musunuz? 105 tane dilek feneri..."

İstemsiz gülümsemiştim; sen ölümsüz bir aşk olacaksın Elfida...

SON

3 Mayıs 2015 Pazar

Elfida -Bölüm 9-

Elfida

-Bölüm 9-

Hayat yalnız yaşanmayacak kadar yorucu. Biri lazım insana; aynı espriye gülen, aynı filmde duygulanan, aynı şarkıda aynı hayalleri kuran birisi. Kaderin o uzun yolunda serin bir söğüt gölgesi gibi, yosun kokan tuzlu deniz esintisi gibi ferah ve hayatın kendisi gibi davetkar biri olmalı. Konuşmadan anlaşabilecek, beraber saçmalayan, siz kızgınken bile kalbinize dokunan birisi... Birine onu iyi hissettirebilekten daha güçlü bir özellik ne olabilir ki? Sen güçlü bir kadınsın Elfida. Sayfalarca seni anlatmak nafile ve asla da yetmeyecek. Sihir gibi ortaya çıkıp ilk görüşte olmuş aşk değilim ben. Seni yıllardır seviyorum. Dilerim ki sonsuz ol...

Gün ağırana kadar şehri gezmiştik. Bana iyice alışmıştı ve elimi tutmaktan hoşlanıyordu. Şimdi de arabamla onun için hazırladığım sürprizi göstermek için Çiftlikköy'e sahile gidiyorduk. Yine müzik çaları kurcalayarak Yalova'nın o gün batımındaki turuncu rengine uygun bir şarkı (Ellie Goulding - Explosions) açmıştı. Göz ucumla sürekli onu takip ediyor, gözlerimi ondan alamıyordum. Ona baktığımı biliyor ve gülümsüyordu.

Sahile yakın bir yerde arabayı park ettim. Torpidodan lacivert gravatımı çıkarıp "Hadi, gidelim.". Gravatımı göstererek "Onu ne yapacaksın?" diye sordu, gülümseyerek "Gözlerini bağlayacağım." diye cevap verdim ve yürümeye başladık. Meraklanmıştı. Havanın kararmasını bekliyordum ve bir kaç dakikaya kadar da kararacaktı. Adımlarımızı ağır atıyorduk, ilerdeki tek katlı evin bahçe duvarını döndüğümüzde sahil görünecekti. Oraya geldiğimizde gözlerini bağladım ve burnundan öptüm. "Neden dudak değil?" diyerek gülümsedi,  "Sürprizi mahvedemem, hadi kolumdan tut." diyerek sağ kolumu uzattım ve yürümeye başladık. Ayakları kuma bastığında "Sahil? Sahile mi geldik?" diye sordu, "Çok sabırsızsın." diyerek sahilde dilek fenerlerini yakmak için bekleyen ekibe işaret verdim. Fenerleri yakarak gökyüzüne salmaya başladılar. Tam 105 tane dilek feneri. 10 Mayıs günü olduğu için böyle karar vermiştim. Fenerler tek tek havalanıyordu, son partiyi de yakıp bıraktıklarında 105 fener gökyüzünde  ağır ağır yükselirken gözlerini açtım. Gözlerini ovuşturup gökyüzüne baktı,  etrafa bakıp olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Gözleri dolmaya başladı,  elleriyle yüzünü kapatarak "Özgür! İnanmıyorum, bu harika bir görüntü!" dedi ve göğsüme yaslandı. Ellerini tutarak "Hadi, manzarayı kaçıracaksın..." dedim ve kıyıdaki bizim için hazırlattığım masayı göstererek "Gel, oturalım." dedim. Gözlerini fenerlerden alamıyordu. "Muhteşem! Tek kelimeyle muhteşem! Çok teşekkür ederim."

Onu etkilemek, mutlu etmek beni çok sevindirmişti. Akşam yemeğimizi de sahilde yemiştik. Saatlerce sahilde orada durduk. Fenerlerin hepsi kaybolana kadar takip etmişti. Dönmek istemiyorduk, özellikle ben hiç istemiyordum. Her şeyin büyüsü sanki bu şehirdeydi, sanki buradan gidince her şey bitecek gibi geliyordu. Bu ters düşünceleri elbette ona belli etmemiştim ama "Gidelim mi?" diye sorduğunda hep ertelemiştim. Bir yandan saattin de iyice gecikmesiyle yola koyulmalıydık.

Toparlanıp sahilden ayrıldık. Masanın ortasındaki onun için yaptırdığım astomerya büketini de almıştı.  Bursa yolunda ilerliyorduk Yalova il sınırını geçmitik. Bana bakıp "Beni ne kadar mutlu ettiğini anlatamam," diyerek devam etti "Bu akşamı hayatım boyunca unutmayacağım, çok güzeldi.". Ona bakıp "Senin için yaptığım her şey senden değersiz, bu akşamı önemli kılan sendin.". Gülümsedi "Bir an onca şeyi nasıl yaptı diye düşündüm ama sonra organizatör olduğunu hatırladım..."

Çok güzel bir gün geçirmiştik ama yorulmuştuk da. "Ben biraz kestiricem." diyerek kafasını sola doğru yatırdı. Orhangazi'deydik. İlerdeki kavşağın trafik lambası kırmızıdan henüz yeşile döndüğü için hızımı kesmedim. Kenardaki ağaçlı refüjler olduğundan kavşağın sağ ve solunu net göremiyordum. Sağ taraftan gelen arabayı fark edemedim ve o refleksle sağ sol yapmaya başladım, ikimizde hızlıydık ve çarpıştık... Araba takla atmaya başladı...

-Hastane-

Gözümü açtığımda sol kolumun alçıda olduğunu gördüm, sağ kolumda da serum iğnesi vardı. "Elfida?!" diye bağırınca odaya hemşire geldi, "Sevgilim, o nerede?!". "Beyefendi sakin olun, ameliyata aldık..." , "Durumu nasıl? Iyi mi?!" ayağa kalkarak odadan çıktım. Peşimden gelen hemşire beni durdurmaya çalışıyordu. Ameliyathane tabelasını görünce hızlandım, oraya gelemeden kapısı açılıp doktorlar çıktı. "O nasıl?!" diye sordum ve aksayarak doktora yanaştım, alnını kaşıyıp "Siz yakını mısınız?", "Evet, o iyi mi? Durumu nedir?" Derin bir nefes alarak "Beyefendi metin olun, kaburga kemikleri karaciğer ve kalbe saplanmıştı. Kalbe saplanan kemikler bize pek bir şans bırakmamıştı. Başınız sağolsun...". "Nasıl ya!? Ne demek başınız sağ olsun! Hayır ya! Onu öylece nasıl bıraktınız!" Bağırıyordum, tek elimle doktorun yakasına yapışmıştım "Söylesenize nasıl bıraktınız onu?! "ELFIDA! ELFIDA!!!" Ameliyathane kapısını yumrukluyordum... "ÇIK DIŞARI! ÇIK!!!"

22 Nisan 2015 Çarşamba

Elfida -Bölüm 8-

Elfida

-Bölüm 8-

İnsanın düşünmesi gerekir, insanlık bunu gerektirir. Düşünce yapısı ve fikirleri ise o insanın karakter iskeletinin bir parçasıdır. Düşüncenin yoğunluğu düşünülenin sevgisiyle doğru orantılı olması gerektiği gibi bir o kadar da o kişiye aittir. Eğer fikirleriniz varsa bunun da bir sebep olanı vardır. Benim tam da aşk adına heycanım ve inancım kalmadığı zamanlarda tuhaf anılarla geldin bana Elfida. Bu düşünceler senin. Bir çok düşünce fidanımı koca bir ağaç yapan yağmur sensin Elfida... Güzel fikirlerimin mimarı; sen güzel kadın...

Dün kafeden çıktığımızda saat oldukça ilerlemişti. Uzun uzun konuşmuştuk. Ara ara güldük, bazense hüzünlendik ama her ne olursa olsun ikimize de iyi gelmişti. Onu evine bırakıp ben de kendi evime geçmiştim. Sabah uyandığımda kedim yine göğsümde uyuyordu. Kalkıp hazırlanmaya başlamıştım...

Bugün onu Yalova'a götürüp küçük şehrin sakinliğinde dinlendirmek istiyordum. Orayı yeterince gezdiğini düşünmüyorum. Telefonumu alıp onu aradım;
-Günaydın Elf.
-Günaydın... Ya bana şöyle deme, dün geceden beri dolandı ağzına...
-Onlar gibi beyaz tenlisin ama...Tamam tamam, takılıyorum sadece. Nasılsın?
-Kalktım şimdi, bi duşa girerim... Kaçta yola çıkarız?
-Nasıl yani? Ne yolu?
-E Yalova'ya gitmeyecek miyiz bugün?
-Iyi de sen nerden biliyorsun?!
-Dün beni öptün Özgür, unuttun mu?

Tabi ya! Ona sürpriz yapmak için sanırım daha dikkatli olmalıydım. Öpüştüğümüzde hala bir şeyler görüyordu, bugün Yalova'ya gideceğimizi de görmüş olmalıydı. Umarım detaylardan haberi yoktur çünkü bu şekilde pek eğlenceli olmayacak... Yarım saat kadar sonra evden çıkıp onu almak için yola koyuldum. Kahvaltıyı Yalova'da yapmayı planlıyordum, yolda açlığımızı kırması için börek almıştım. Benim geçmişten onunsa gelecekten gelen anıları vardı. Sıradan bir çift değildik. Çift dedim belki ama henüz çift olabildiğimizi de pek söyleyemem doğrusu. Ben sanki yarıda kalmış filmin izlediğim bölümlerini hızlıca geçmeye çalışıyor gibiydim. Ona saygı duymam gerektiğini biliyordum. Zaman zaman sabırsız olsam da durumun farkındaydım...

Evinin önüne gediğimde kornaya basmama fırsat vermeden kapıdan çıkmıştı. Üzerine bordo yarım kazak ve aynı tonlarda kareli beyaz pantolon giymişti. Ayağında ise keyifli bir güne giden bir kadının giymesi gerektiği gibi kırmızı babetleri vardı. Bana bakıp gülümsedi, arabanın kapısını açarak elindeki bej rengi hırkayı ve çantasını arka koltuğa atarak oturdu. "Nasılsın?". "İyiyim, teşekkürler. Harika görünüyorsun." dedim. Gülümseyerek "Teşekkür ederim." dedi ve her zamanki gibi müzik çaları kurcalamaya başladı. Ben o sırada yola koyulmuştum. "Demek Coldplay  dinliyorsun. Ben de severim." diyerek  'Ink' parçasını açtı. Bana bakarak "All I know is that I love you so." dedi ve gülümsedi. Nasıl anlatabilirim size bilmiyorum, çok mutluyum. Sevdiğim kadın yanımda, sevdiğim müzik kulaklarımda ve bu ikisi arabamda gidiyoruz. Şarkının o bölümünde ona baktım ve "Tek bildiğim seni çok sevdiğim." diyerek gülümsedim... Mutluyum, onunlayım, yoldayım.

Yalova'ya vardığımızda arabayı merkezdeki açık otoparka bırakıp yürümeye başladık. Bu şehri seviyorum, sakin ve huzurlu. Çok sık geldiğim, gelmediğimde eksikliğini hissettiğim güzel şehir. Meşhur Gazi paşa caddesine doğru yürüyorduk, diğer adıyla eski sinema caddesi. Burası şehrin kalbi. "Buradan sadece İstanbul'a giderken geçiyordum, iç güzelliğini fark edememiştim." dedi etraftaki çınar ağaçlarına bakarak. "Büyük insanların küçük şehridir burası." diyerek devam ettim. "Az ileride köprüden sonra sahile kavuşacağız. Istanbul'a bir de oradan bakmalısın. Eminim İstanbul'u daha çok seveceksin." Hava muhteşemdi. Buranın yerlileri Yalova havası diye tarif ederler. Yakıcı değil de ısıtıcı bir güneş, seyrek bulutlar, yaprak kokusu ve tatlı bir meltem.

Sahile vardığımızda yanımızdan yürüyerek bizi takip eden güvercinlere bakıyordu "Burası insanı tamamlıyor resmen, harika değil mi? Şuna bak!" diyerek eliyle kuşları gösterdi. Huzurun ona geldiğini görebiliyordum. Hakkettiği gibi. Ellerine bakıyordum, sağ eli çantasındaydı. Sol elini tutmak istiyordum ama ona hazır olmadığı bir şey yapmak istemiyordum. Denizden gelen rüzgar parfümünün kokusunu bana koklatıyordu. Koca gövdeli yıllanmış çınar ağaçlarının yanından geçerken eliyle dokunuyordu "Bunlar çok eski olmalı, şu gövdesine baksana!" diyerek ağacın etrafından dolandı. "Evet, çok eskiler. Çoğu asırlık ağaçlar." dedim ve ilerdeki bankı göstererek "Oturalım mı biraz?". Banka oturduğumuzda etrafı seyretmeye devam etti. "Buranın sana iyi geleceğini biliyordum." diyerek yavaşça eline uzandım ve elimi elinin üstüne koydum. Bana bakarak "Burası bana tek başıma bu kadar huzur vermezdi Özgür." dedi ve rüzgarın yüzüne savurduğu saçlarını parmaklarıyla alarak "Beni sevdiğini hissedebiliyorum Özgür. Beni bu kadar sevdiğin için bile seni sevebilirim." dedi ve elimi ellerinin içine alarak, "Aşk çok karışık bir şey. İnsanların birbirini sevmeleri için bin türlü neden var. Sanırım benimkisi en haklı neden olacak.". Mutluluk bir kan gibi tüm vücuduma yayılmıştı ve bunun sebebi karşımda oturuyordu. Elimi iyice sıktı "Bana beni sevdiğini söylemene gerek bile yok. İçindeki sevgiyi elle tutulur bir şeymiş gibi görebiliyorum." Gülümsedi ve devam etti "Bir kadın başka neyden emin olmak ister ki?". Sadece dinliyordum. Çünkü ikimiz için konuşuyordu. Haklıydı ona olan sevgim benden bile gerçekti! "Şu an seni deliler gibi öpmek istiyorum ama senin için hazırladığım sürprizi göreceksin diye ödüm kopuyor." dediğimde ikimiz de kahkahalara boğulduk. "Demek bir sürprizin var..." dedi kahkahanın sonlarında. Gözümdeki yaşı silerek "Evet ve bunu bozmak istemiyorum. Gerçekten çok özendim, hoşuna gideceğine eminim." dedim.

Orada, o bankta zamanın fotoğraf makinasına bir sürü mutlu kare bıraktık. Arkamızdaki çınar ağaçları bizi duydu, önümüzden uçup geçen martılar gördüler, hepsi şahit! Sen büyük bir aşk olacaksın Elfida!


17 Nisan 2015 Cuma

Elfida -Bölüm 7-

Elfida

-Bölüm 7-

Senin mutluluğunu tamamlamak için geldim. Yılların üzerinde yarattığı o belirgin çizgilerin seni okuyabilmem için yeterli. Bana eğer ümidimi sorarsan seni göstereceğim. Eğer mutluluğumu, hevesimi, aşkımı sorarsan seni göstereceğim. Bana geleceğimi sorarsan, seni göstereceğim Elfida! Sen benim yarım kalmış hevesim gibi hep arzumda ve aklımdaydın...

Şehre dönmemiz gerekiyordu. Onun görmesi gereken bir kaç işi vardı. Ben de evi öylece bırakıp çıkmıştım. Kedim bir şekilde karnını doyururdu ama onu merak ediyordum. Kediler söylendiği gibi nankör değildirler. Bu insanların her şeyi işlerine geldiği gibi yorumlamasından kaynaklanıyor. Nankörlerse bile en azından benim onu evde bırakıp gitmem kadar nankör değiller. Hazırlanıp çıkış işlemlerini halledip çoktan yola koyulmuştuk, ben onu takip ediyordum. Aynadan sürekli beni kontrol ettiğini görebilecek kadar yakından takip ediyordum. Gülümsüyordu ama yine de tanamlanmış bir gülümseme değildi.

Telefonum çaldığında arayanın Elfida olduğunu gördüm;
-Efendim?
-Ben ileriden ayrılacağım. Akşam kafede buluşalım mı?
-Sana geleyim?
-Hayır hayır. Hep gittitiğimiz kafeyi biliyor musun?
-Evet, biliyorum. Akşam orada olacağım.
-Tamam, görüşürüz...
-Şey! Elfida! Seni seviyorum...

Kapatmıştı. Durumu anlamış olsa da bana tam anlamıyla ısınmış değildi. Bana alışmış değildi. Bu zamanla çözülebilecek bir durumu fazla dert etmemeliydim. Sadece sabırsızdım. Sanki yıllarca uyumuşum ve uyanıp her şeye yeniden başlıyor gibiydim. Kaybettiğim yılların acelesi vardı ve onları kazanmanın endişesini taşıyordum...

Saat 20:12

Bir zamanlar sık sık geldiğimiz cafeye gelmiştim. 20:30'da burada buluşacaktık. Burayı biliyordum ama kendim Özgür olarak hiç gelmedim. Ben resmen hasta biriyim! Yani kendimi öyle hissetmeye başladım. Evet sen Özgür! Başkası değilsin, sadece kafanı toparla! İçeri girdiğimde onu ligüstrüm ağacının yanındaki masada gördüm. Sandalyeyi çekip "Erken gelmişsin?" oturdum. Yüzüme baktı ve gülümsedi "Konuşmamız gerektiğini düşünüyorum, gerçekten çok konuşmamız lazım.". "Evet haklısın." diyerek bir an kafede çalan müziği işittim, "Duyuyor musun? Lykke Li, Possibility.Sevdiğin müzik, belkide en sevdiğin." Müziğe kulak vererek "Evet, olasılık. Hep bir olasılık vardır." diyerek gülümsedi. "Hep." diyerek ekledim. "Bir şeyler söyleyelim, böyle yerlerde boş masada oturanları pek sevmezler.", "Evet haklısın." diyerek garsona gelmesi için işaret ettim. Menüye bakmadan kendime türk kahvesi söyledim, o da suffle ve espresso siparişi verdi. Garson masadan uzaklaşınca ona doğru yaklaşıp "Nasıl oldu? Yıldırım, çok gençmiş?" Onu üzmek istemiyordum ama şimdi tam da bunu yapıyordum. "Özür dilerim ama merak ediyorum.", "Hayır problem değil, gerçekten" diyerek devam etti "Biz evlenecektik ve kendimize ev almıştık. Haftasonları ya da boş günlerimizde eve gider dokarasyon işleriyle uğraşırdık. Hevesliydik yani, hoşumuza gidiyordu. Bir gün yeni aldığımız avizeyi tavana montelemek için ayaklı merdivene çıktı. Çıktığı yer yüksek değildi ama ben merdiveni tutuyordum yinede. Sonra benden mutfakta unuttuğu tornavidayı getirmemi istedi, mutfakta tornavidayı ararken salondan bir ses geldi..." Gözleri doldu ve bir kaç damla gözyaşı süzülmeye başladı yanaklarından. "Salona gittiğimde yerde öylece yığılmıştı. Heralde dengesini kaybetti, yere düşünce de mermerden yapılmış küçük bir heykel vardı kafasını ona çarpmış. Başında çizikler vardı, hemen ambulansı arayıp çalıştığımız hastaneye kaldırdık. Testler falan yapıldı beyin kanaması dediler, ameliyata aldılar..." Gözyaşlarından iyice ıslanan yanaklarını masadan aldığı peçeteyle sildi. "Ameliyattan çıkartılıp yoğun bakıma alındı. Günlerce gözümün önünde eriyip gitti... Beyninde aşırı hasar vardı, bitkisel hayata girmesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu... Sonra ailesi yaşamını sonlandırması için kağıtları imzaladılar. 3 hafta bekledik... Ben olsam yapmazdım, imzalamazdım! O öyle ya da böyle orada yatıyordu..." Yanına yaklaşıp ona sarıldım... Anlattıkları o konuştukça yerine yerleşen bir puzzle gibiydi kafamda... Ben o günden sonrasını hatırlamıyordum. Derin derin ağlıyordu, geçen zaman çığlıklarını almış saf bir hüzün bırakmıştı ona. Ölüm böyle bir şeydi çünkü; acısı sizinle bir süre kalır daha sonra o acı yerini derin bir boşluğa bırakır. Siz o boşluğa baktıkça hüzünlenirsiniz, belki bir tebessüm oluşur yüzünüzde ama üzülürsünüz. Ilk günün acısı olmaz belki ama hüzün hep o boşluktadır...

O sırada siparişlerimiz gelmişti, Elfida yerinde doğrulup yaşlı gözleriyle gülümseyerek "Beni ağlattın şimdi de suffle mi yedireceksin?", omzunu sıktım "Üzgünüm, sadece benim de aklımda sorular vardı..." Kahvemden bir yudum aldım ve bardağına su doldurdum "Hadi iç biraz," diyerek bardağı dudaklarına götürdüm. Bir yudum aldıktan sonra bardağı avuçlarının arasına alarak "Üzülmeni istemiyorum ama şu an yanımdaysan sırf yaşanmışlıkların hatırına, seni belki seveceğim bunu bilemem ama şimdi anıların hatırıyla yanımdasın." Haklıydı, durumu çabuk bile kabullenmişti. Ona zaman vermem gerektiğini biliyordum. "Bazen ben de merak ediyorum, neden ben?" dedim madasa ki papatya desenli peçeteye bakarak. "Eğer bu olacaksa sen ya da başkası, fark etmez. Garip olan anıların yeniden bir beden bulması." suffleden bir kaşık almış ve kaşığı ağzında tutuyordu.
"Yaşayacaklarımızı gördüm Özgür, bu bir anlamda benim o gördüklerimi yaşamadan ölmeyeceğim anlamına mı geliyor?" diyerek haylazca bana güldü. Gözlerinin nemi henüz geçmemişti... Üzülmeyi haketmiyorsun Elfida, hele ki ağlamayı hiç!

Sen üzülme diye aşkın beden beden geziyor belki de. Yüreği güzel kendi güzel kadın!

10 Nisan 2015 Cuma

Elfida -Bölüm 6-

Elfida

-Bölüm 6-

Kahvaltıdan sonra bir doğa yürüyüşü yapmaya karar vermiştik. Her şeyi daha rahat konuşmak için sakinliğe ihtiyacımz vardı. Ağır adımlarla yürüyorduk. O, bej renkli montunun cebine ellerini atmış düşünceli şekilde adımlarını izliyordu. "Tam olarak nasıl başladı?" diye sordu. Ellerimi pantolonumun ceplerine soktum ve derin bir nefes çektim "Parça parça. Küçük küçük anılarla başladı. Gördüklerimi umursamıyordum. Sonra ağrılar başladı, göğsümden kollarıma ve çeneme yayılan, hemen sonra da uykuya dalıyordum. Sonra seni görüyordum, bizi.". Durdu ve bana dönerek "Nerede başladık peki?" diye sordu. "O gece, tanıştığımız gecede başladı." diye cevapladım ve devam ettim, "1-2 hafta sonra rüyalarım yoğunlaşmaya başlamıştı. Uyandıktan sonra da benimleydi. Anlam veremiyordum. Daha sonralarda ise kendimi sana ait hissetmeye başladım, çünkü çok şey paylaşmıştık." bir süre sessizlik oluştu, sadece yürürken bastığımız kuru yaptakların çıkardığı sesler vardı. "Elfida!" dedim, bana baktı. "Ben seni bir yerlerde görüp beğenmiş ve sonrada çıkma teklifi edecek biri olarak durmuyorum burada. Benim durumum daha farklı, ben seni çoktan seviyordum.", "Yani?" diye sordu. "Yani; sevgili olmamız lazım!". Gülümsedi, ben de öyle. Birbirimize dönmüştük. Dudaklarına bakıyordum, bir tiryakinin yıllar sonraki hasreti gibi. Kalp atışlarım hızlanmıştı, göz bebekleri büyümüştü ve hızlı nefes alıyordu. Birden dudaklarına yapıştım. Soluksuz öpmeye başladım. Birden anılar gözümün önüne gelmeye başladı... Hızlıca geçen fotoğraflar gibi... Sonra eliyle beni iterek kafasını tutmaya başladı, çığlık atıyordu. "Elfida! Iyimisin?!" yanına giderek onu tuttum. Acı çekiyordu "Bu da ne böyle?!" "Ne oldu?! Elfida?". Gözlerinden yaş geliyordu. Bana olan ona da oluyordu... "Başım! Çok kötü!" diyerek bayıldı. Kucaklayıp arabaya doğru ilerledim. Arka koltuğa yatırdım ve hemen tatil köyüne sürdüm arabayı. Yolda kendine gelmeye başlamıştı, "Iyi misin?". "Başım, başım ağırıyor!", "Neredeyse geldik, doktor bir baksın sana.". "Hayır hayır! Eve gidelim." diyerek tekrar yattı.

Onu eve getirmiş yine koltuğa yatırmıştım ve ben yine onu izleyerek uyanmasını bekliyordum. Herkes kolayca konuşup anlaşabiliyorken, aşkı normal yaşayabiliyorken benim bu şekilde yaşamam beni düşündürüyordu. Herkes kendi hikayesini sevgilisi ile yazıyor. Ben ise tiyatronun ortasına düşmüş misafir oyuncu gibiyim. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bir başkasının anılarını taşıyor olabilirim ama seni seviyorum Elfida! Bu tekrar izlediğim film olabilir ama şimdi başrolünde ben varım ve sen, esas kız. Beni sevmelisin!

"Özgür?" diye seslendi, hemen yanına gidip dizlerimin üstüne çöktüm "Buradayım, iyi misin?", "Orada, beni öptüğünde bana ne oldu?", "Muhtemelen anılar, onları gördün. Ben de öyle.", "Çok hızlıydı, sersemledim." olduğu yerde doğrulup "Gördüğüm kadarı ile hiç birini yaşamadım ben.", "Nasıl yani? Ne gördün peki?", "İznik gölüydü sanırım, akşam saatleri... Dilek feneri yakmıştık uçuruyorduk...". "İznik gölü mü?" diye sordum. "Evet. Sonra, sonra Bolu'da yine bir göl evindeydik?... Anlayamıyorum?!", "Biz mi? Nasıl yani, sen ve ben mi?". "Evet ama ben daha önce Bolu'ya hiç gitmedim, bu olamaz!", "Tamam. Biraz dinlenmen gerek sanırım..." "Ben ne gördüğümden eminim Özgür! Bana hastaymış muamelesi yapma! Ben gördüğüm şeyleri yaşamadım diyorum! Eminim!" şaşkın ve endişeliydi, bir bardak su uzattım "Tamam, ben sana inanıyorum, hadi iç şunu. Biraz sakinleş." bir kaç yudum aldığı bardağı elinde sıkı sıkı tutuyordu, gözleri daldı "Seni gördüm Özgür, çok garipti!", "Beni mi?" diye sordum. "Evet, bir organizasyon şirketiydi sanırım, sana gelmiştim seni öpüyordum...". Şok olmuştum. Ona ne iş yaptığımı söylediğimi hatırlamıyordum. "Elfida, şimdi sen yaşamadığın anıları mı gördün? Bunu mu demek istiyorsun?". Bardaktaki suyu bir yudumda içerek "Evet, yani sanırım öyle.". Gözlerine bakarak "Elfida, öp beni!" dedim. Dudaklarındaki arzuyu görebiliyordum, beni öpmeye başladı. Anılar, yine gözümün önüne geliyordu, "Ne görüyorsun Elfida?", "Bizi." öpüyordu, büyük bir tutkuyla. Sonra bir an için durdu. "Sen benim Geleceğimsin Özgür!", "Sen de benim emin olduğum geçmişim, sürprizlerle dolu geleceğimsin Elfida!". Birbirimizi iki ayrı bedende arzulayan tek ruh gibiydik... Geçmiş ve gelecek aynı karedeydi...

Geleceğin rengi geçmişin güzelliğinde saklıysa eğer, sen en güzel rengim olacaksın Elfida!


7 Nisan 2015 Salı

Elfida -Bölüm 5-

Elfida

-Bölüm 5-

Bütün geceyi o küçük salonda birbirimize bakmadan uyuya kalma başarısıyla geçirmiştik. Uyandığımda saat yediyi yirmi geçiyordu. Camın önündeki tekli koltukta dışarıya bakıp kahvesini yudumlarken görmüştüm onu. Yanına gittim "Günaydın." diyerek karşısındaki koltuğa oturdum. Bana bakmıyordu, baktığı yöne baktım. Gece yağan çiğden ıslanmış yapraklar üzerindeki ıslaklığı damla damla toprağa döküyordu. "Nasılsın?" diye sordum, "Karışık. Sen?", "Sabırsız." diye cevapladım. Kahvenin ıslattığı dudaklarına baktım, çenesinin kıvrımlarına... Bir zamanlar yaşadığım şehirdin sen Elfida. Sokak sokak gezdiğim, gecesini gündüzünü ayrı sevdiğim, deniz kokulu bir şehirdin sen. Bir anda bana baktı ve beni onu izlerken yakaladı. "Tanıştığımız günün ertesi bir Pazar günüydü hatırlıyor musun?" diye sordu. "Evet, Mudanya'da kahvaltıya gitmiştik." diye cevapladım. Elindeki kalemle oynayarak "O gün girdiğimiz kitapçıda bana bir kitap hediye etmiştin?", "Evet, Yüz yıllık yalnızlık kitabıydı." diyerek sözünü kestim. "Peki neden o kitap?" diye sordu ve ben de beklemeden "Çünkü Marquez. Çok seversin." diye cevapladım. Derin derin nefes almaya başladı "Sen, çok eminsin... Söylediklerin doğru, hem de harfiyen. Nasıl oluyor anlamıyorum!". "Bana inanmaya başlamalısın Elfida. Durumun garipliğini anlıyorum ama bu sana hissettiklerimi değiştirmez." Sehpanın üzerindeki gümüş bibloya dalmıştı, "Elfida, beni dinliyor musun?", gözlerini hızlıca kırparak "Evet... Sadece hislerini düşünüyorum, onlar karşılıksız kalacaklar." Beni ilk kez bu kadar acıtmıştı. Göğsüme batan bir şeyler hissetmiştim. "Biraz daha nazik olamaz mısın?" gözlerim dolmuştu. Karşısında ağlamak istemiyordum. Kendimi dışarı atarak verandadaki ahşap salıncağa oturdum. Gözlerim, ağlamaya hasretmişçesine boşalıyordu. Yıllardır ıslanmayan gözlerim sanki kendini temizliyordu... O sırada yanıma geldi "Lütfen, beni yalnız bırakır mısın...", "Seni üzmek istememiştim, özür dilerim." dedikten sonra biraz bekleyip içeri girdi. Beni üzmek istemeyip beni paramparça ettin Elfida. Sana kızamıyorum bile çünkü seni seviyorum. Beni yıpratan şey ise bu duygularımı sana rahatça söyleyememem. Bir süre ağladım. Evet, içimdeki acıları gözyaşımla yıkıyor gibiydim... Sonra O, Elfida, yine yanıma geldi. O gelince her şeyimle ona ait hissediyordum. Ona karşı koyamıyordum, kızamıyordum. Omuzumu sıktı "Üzgünüm, gerçekten üzgünüm." diyerek peçete uzattı. "Üzülme. Bunu istemem." diyerek sağ omuzumdaki elini sıktım. Ona dokonmuştum. Bir ilaç gibi gelmişti. "Hadi, sil gözyaşlarını. Toparlan, güzel bir kahvaltı yapalım." diyerek yüzüme güldü. Pişmanlık duyduğu beliydi. Bana gerçek hisleriyle yaklaşmasını istiyordum, pişmanlığın getirdiği merhametle değil...

Kısa sürede hazırlanıp kahvaltı için evden ayrılmıştık. Hastaneyi arayarak zaten 8 gün sonra çıkacağı iznini erkene aldırmıştı. Onun arabasıyla 4 km yukarıdaki organik kahvaltı veren restorana doğru gidiyorduk. Arabayı ben kullanıyordum. Her zamanki gibi... O diğer koltukta oturup etrafı izlemeyi yeğlerdi, şimdi de öyle yapıyordu. Bunu bildiğimin farkındaydı. Camını aralayıp rüzgarın parfümünü bana koklatmasını da çok severdi. Sevdiği her şeyi biliyordum. Beni sevdiğine neden emin değildim? Asıl emin olmam gereken şeyi bilemiyordum...

Arabayı park edip restorana girmiştik. Siparişlerimizi söyleyip etrafı gözlemlemeye başlamıştık. Sanki konuşacak hiç bir şeyimiz yokmuş gibi... Buraya ilk kez geliyormuş gibi... Televizyondaki haber kanalına takılı kalmıştı, onu izledim. Sonra gözüm bir kaç masa ilerideki kitap okuyan bayana takıldı. Okuduğu kitap! Yüz yıllık yalnızlık. "Elfida!" diye seslendim. "Efendim?", "Arkanda, bir kaç masa geride tek başına oturan bir kadın var. Okuduğu kitaba bak." Hemen arkasını dönmedi, bir sağa bir sola bakarak göz ucuyla süzdü. Kitabı görünce tamamen dönüp baktı. Sonra bana dönüp "Tuhaf!" şaşırmıştı. Ben de öyle "Tesadüf diye bir şey yoktur değil mi? Bunu bana sen söylerdin." diyerek masaya yaklaştım. "Marquez dünyaca ünlü bir yazar, bu olabilir." dedi. Gözlerinin içine bakarak "Tamam, yazarın pek çok kitabı var. O kitap Kırmızı Pazartesi de olabilirdi değil mi?" diye sordum. "Bazen derin düşünmemek lazım, o kitabı milyonlarca kişi okuyor. Elbette okuyan biriyle karşılaşacağız.". "Evet, tam da bugünün sabahında değil mi?" diyerek gülümsedim. O sırada kahvaltılarımız geldi. 6 yıl öncesine gitmiştim... Mudanya! Elfida şimdi bana bakıp "Afiyet olsun bir tanem." diyecek gibiydi... "Özgür?!" Iyi misin? "Evet, sadece dalmışım.". "Afiyet olsun dedim." diyerek gülümsedi. Ben sadece gülümsedim, gülümsedim ve onu seyrettim.

Bundan kaçamazsın Elfida. Bu bir rüya değil, uyanıp kurtulamazsın. Beslediğim duygular tam da senin bahçende yeşerecek...

3 Nisan 2015 Cuma

Elfida -Bölüm 4-

Elfida

-Bölüm 4-

Acı insanı en çabuk yoran şeydir. Mutlu olduğumuzda sadece gözlerimiz ve dudaklarımız yorulur, eğer acı çekiyorsak her yerimiz, her hücremiz. Acı arsızdır. Her yerden ulaşır, gelir ve bizi acıtır.
Elfida; iyi şeyler düşünürken kötü şeyler yaşamışsın. Şimdi de benim canıma okuyorsun. Bana kızıyorsun ama söylesene, anılar hatırlanmadıkça önemsiz bir fotoğraftan başka nedir? Ne işe yarar? Isterim ki sana acı çektirmeyeyim, sileyim tüm anıları. Bir silgi bulayım ama hayır Elfida, silgiler üzerine yazılanları silemez... Biz, Birbirimize yazılmış dövme gibiyiz. Işte o kadar...

Yıldırım ismini sayıklarken kendinde değildi. Kucağıma alarak onu eve taşımıştım. Uykusu yoktu ama yorulmuştu, uyumuştu. Şimdi de karşımdaki bordo koltukta yatıyor. Üşememesi için zamanında beraber aldığımız beyaz çizgili yeşil battaniyeyi örtmüştüm. Salondaki tüm gaz lambalarını yakmış ben de tekli koltukta dinlenmeye çekilmiştim. En sevdiğimiz şarkıyı; Beatles - Ask me why açmıştım... Şarkı doğru söylüyordu 'Bunun bana olduğuna inanamıyorum... Bana nedenini sor sana seni sevdiğimi söyleyeceğim.' Ihtiyacımız olan tek şey konuşmak, tıpkı eskisi gibi...

Gözlerimi bir an Elfida'dan alıp camdan dışarı baktım. Alacakaranlık çökmüştü. Odadaki gaz lambalarının sıcak sarı rengi bizi ısıtmaya yetiyordu. Düşünüyordum, Yıldırım da kimdi? Yaşadığım sandığım anıların sahibi miydi? Bu çok saçma! Inanmak istemediğim her durumda yaptığım şeyi yine yapıyordum, inkar ediyordum. O sırada Elfida'nın kollarını açıp gerildiğini gördüm, kaşlarını çatmış gözleri kapalı şekilde yüzünü bana döndü ve "Ne oldu?". Yanına gittim, terlemişti, üzerindeki battaniyeyi alarak "Sadece yorgunsun, biraz dinlenmen gerek."
Çok da anlaşılmayan bir ses tonuyla "Sen neden hala buradasın? Neden gitmedin?" diye sordu. Ben de yerime geçerek "Hipokrat yemini diyelim." diyerek gülümsedim. "Nasıl olacak?" diyerek toparlandı ve dizlerini çekerek kollarını birbirine bağladı, çenesini dizine koyup "Seni daha bu gün gördüm ve şimdi aynı evde başbaşayız, bu tuhaf değil mi?" diye sorduktan sonra kulaklarını çalan müziğe verdi. "Ben seni anlıyorum, anlamaya çalışıyorum," diyerek devam ettim "Sorun, aynı şeyi senin yapmaman." Beni muhtemelen duymadı. Gözleri uykunun verdiği sersemlikle dalmıştı "Seni anlamamı bekleme. Mantıklı tek bir açıklaman yok çünkü." diye cevap verdi. Yanına oturmak için hamle yaptığımda "Yok, orada iyisin." diyerek beni tersledi. Ben yine de yanına oturup "Yıldırım? Bana onu anlatır mısın?" diye sordum. Alaycı bir gülümseme ile "Teknik olarak buna gerek yok, sen onu oynamıyor musun zaten?". Pencere önündeki koltuğa doğru yöneldim "Biliyor musun, benim de bir sevgilim vardı. 2 yıl önce." diyerek koltuğa oturdum ve devam ettim "Mutlu giden her ilişkinin saçma sapan ayrılıklarla sonuçlanacağına inanır dururdu. Bir zaman sonra bu düşüncesi beni rahatsız etmeye başlamıştı... Her neyse ayrıldık neticede. Yıldırım için üzgünüm, başın sağ olsun." Yeşil lastik tokası ile saçlarını arkada toplayıp ayağa kalktı "Hakkımda bunca şeyi nerden biliyorsun? Yıldırım'ın her şeyini anlattığı bir arkadaşı mısın yoksa?". "Saçmalama, bir kaç saat öncesine Yıldırım'dan haberim bile yoktu!". Müzik çaların kumandasını alarak şarkıları gezinirken " Yaşadığımız şey çok farklı, aynı anıları paylaşıyoruz ama daha önce hiç tanışmadık." diye söylendim. Bana bakıp "Söyle bakalım, biz nasıl tanıştık?". Gülümsedim, "Final sorularına gel istersen bunlar fazla kolay. Tıp bayramı akşamında Bursa Tabip Odası'nın düzenlediği bir yemekte elbette." diyerek cevapladım. "Demek öyle, yani sen bir doktorsun öyle mi?" diyerek alaycı bir bakış daha attı. Ben şaşkınlığımı üzerimden atarak "Hayır değilim, yani orada tanıştık ama benim orada ne işim vardı hiç bir fikrim yok. Bir de Senin Yaşam hastanesinde çalıştığını biliyordum mesela ama öyle değilmiş. Bazı şeylere ben de anlam veremiyorum". Düşünceli bir şekilde elindeki kumandayla oynuyordu "Evet, Yaşam hastanesinde çalışıyordum. Yıldırım'ı kaybettikten sonra oradan ayrıldım. Orada beraber çalışıyorduk."  diyerek devam etti, "Yine de her şeyi hatırlamıyor gibisin. Bu yaşadıklarına flashback diyeceğim ama kendi geçmişine değil bir başkasının geçmişine gidiyorsun. Buna geçmiş de denemez tamamı ile bana ait anılar sadece. Öyle mi?" diye sordu. Beni anlamaya çalışmasının verdiği mutlulukla cevap verdim "Evet, muhtemelen ben Yıldırım oluyorum bu durumda." İstemsiz gülümsedi "Konuştuğumuz konu sıradışı hatta saçmaya yakın..." Yerimden kalkıp "Bu yaşadıklarımla ilgili bir çok kişiye gittim, kimse net bir şey söyleyemedi. Sanırım cevapları biz bulacağız Elfida." diyerek ona yaklaştım. Koltuğa oturdu ve "Sadece merak ediyorum. Ne yaşadığını, içinde benim de olduğum bir durum söz konusu. Gerçekten merak ediyorum." diyerek devam etti "Sevgili değiliz Özgür! Bunu aklından çıkar! Şu an hasta olan sensin ve bunun tedavisi için uğraşacağız, anlaştık mı?". Şaşırmıştım "Nasıl yani?" diye sordum. "Şöyle ki; sana ateş edildi ve vücudunda  bir kurşun olduğunu düşün, ameliyatla o kurşunu çıkaracağız. Kurşun üstelik bana ait!" diye yanıtladı. Bu durumu kabullenmesem de onunla vakit geçirmek için başka bir çarem yoktu...

Seni tekrar mı kazanacağım Elfida? Bu ne güzel bir aşk öyleyse!

30 Mart 2015 Pazartesi

Elfida -Bölüm 3-

Elfida

-Bölüm 3-

Arabama yaslanıp uyuşan başıma masaj yaptığım sırada telefonum çaldı, Yiğit arıyordu...
-Efendim Yiğit?
+Ne oldu? Konuşabildin mi?
-Hayır. Yani evet konuştum ama...
+Neler oldu, iyi değilsin?
-Ters giden bir şeyler var Yiğit. Emin olduğum tek şey hatırladığım şeylerin bir zamanlar gerçekten yaşanmış olması.
+Şimdi neredesin?
-Hastanedeyim, az önce ağlayarak gitti buradan. Onu durduramadım.
+Ağladı mı? Nereye gitti ki?
-Nereye gittiğini biliyorum... Sonra görüşürüz, ararım ben seni.
Telefonu kapatıp arabama bindim ve yola koyuldum. Hakkında çok fazla şey biliyordum, şimdi yalnız kalmak için uludağdaki dağ evine gittiğini de adım gibi biliyordum.

Neden acı çekiyorsun Elfida? Söylediklerime kayıtsız kalamadıysan neden benimle konuşmuyorsun?! Bana yardım et! Sana ait birini kendinden uzaklaştıramazsın...
Bu yaptığımın doğru olup olmadığı umurumda değildi. Konuşmamız gerekiyordu ve ben artık vazgeçmeyektim...Benzinlikte yakıt alırken şirketi arayarak bir kaç gün olmayacağımı söylemiştim. Kafamı boşaltıp yoğunlaşmam gerekiyordu. Elimde sadece emin olduğum anılar vardı. Onu ikna etmeliydim. Bu kolay olmayacaktı...

Uludağa gelmiştim, yolda bir kaç kişiye doğa evlerini sormuştum. Orayı biliyordum ama yoldan emin değildim. Kısa bir süre sonra küçük ahşap evlerle dolu dinlenme yerine gelmiştim. Gözlerim onun arabasını arıyordu. Toprak yolda yavaşça arabamla ilerleyerek evlere ve önündeki arabalara bakıyordum. Görememiştim. Arabayı park edip danışmaya doğru gittim ve "Iyi günler, Elfida Soylu hanımı ziyarete gelmiştim ama..." dedim. Görevli kayıtlara bakarak cevap verdi "Beyefendi kayıtlarda böyle biri gözükmüyor." Gelmemişti. 36 numaralı eve doğru yavaş adımlarla yürüdüm. Burayı biliyorum... Bu da ne?!.. Başım!.. Başıma giren şiddetli ağrının acısıyla yere attım kendimi. Gözlerimin yandığını hissediyordum. Gözümün önünden hızla gelip geçen fotoğraflara anlam vermeye çalışıyordum. Dizlerimin üstünde durmaya çalışıp başımı ellerimin arasına aldım. Resimler durmuyordu... Elfida beni bu evde öpüyordu..."Beni ne kadar çok seviyorsun?" diye soruşu yankılanıyordu... Elimden kumandayı kapıp televizyonu kapatıyordu... Isırdığı havuç dilimini benimle paylaşıyordu...Hediye aldığım mavi elbiseyi giymiş nasıl durduğunu soruyordu... Gözümün önünden hızla geçen fotoğrafları anlamaya çalışıyordum. Başım... Feci şekilde ağrıyordu! Allah'ım bana ne oluyor?! Gözlerim bulanık görmeye başlamıştı... En son omuzuma bir elin dokunduğunu hissedip yere yığıldım. Fazla bulanık görüyordum... Üzerindeki kırmızı gömlek tanıdık gelmişti, "Elfida!..".

Kendime geldiğimde küçük bir sağlık odasındaydım. Belli ki bayılmıştım. Kafamı sağa doğru çevirdiğimde O'nu gördüm... "Elfida!" diye mırıldandım. "Iyi misin?" diye sordu. Nasıl iyi olmazdım ki? Evet dercesine başımı salladım ve yattığım yerde doğrulmaya çalıştım. Yanıma gelerek kolumdan tuttu ve yardım etti. Ona baktım "Teşekkür ederim." öne düşen kumral saçlarını kulağının arkasına alarak "Ben bir doktorum, bu yaptığım tamamen hipokrat yeminiyle alakalı." dedi ve ekledi "Konuşacağız. Merak ediyorum çünkü. Ne olduğunu hala anlamış değilim, senin burada ne işin var mesela? Hastanede anlattıkların?... Ben kafeteryada olacağım, kendini iyi hissedince gelirsin.". "Tamam." deyip başımı salladım...

Bir süre sonra toparlanıp kafeteryaya gittim. İçeri girdiğimde köşe masada oturduğunu gördüm. Beni farkedince elindeki kahve fincanını masaya bırakarak "Daha iyi misin?" diye sordu. "Gayet iyiyim, teşekkür ederim. Sen olmasan..." sözümü keserek "Ben orada olacaktım evet, bunu nereden biliyordun?" diye sordu. Derin bir nefes vererek oturdum "Sana anlattım, rüyalarım. Bize ait şeyler görüyorum. Yaşadığımız anılar ve zamanlar..." yine sözümü kesti "Buna inanamam kusura bakma!", "Orada bayılmadan önce o evde yaşadıklarımızı gördüm. Hepsi birer fotoğraf gibi, o kadar hızlı geçiyordu ki başım dönmeye başlamıştı..." diye devam ettim. Sinirliydi arkasına yaslanıp "Ne gördün? Ne yaşamışız biz o evde?!" diye sordu. Çekingen bir şekilde cevap verdim "Özel şeyler... Bak, ben sağ ayağının tabanındaki beni bile biliyorum." şaşkınlığını gizleyememişti. "Bence şöyle yapalım. Bana inanman için neleri cevaplamalıyım sana ne anlatmalıyım? Bunları söyle bana olur mu?" diye sordum. Kollarını masaya koyarak "Ben hala durumu anlayamıyorum, benimle dalga geçtiğini düşünüyorum ama bir yandan söylediklerin... Yani nereden biliyorsun bunları?" diye sordu. "Sevgiliydik çünkü Elfida." dedim ve ekledim "Sana aldığım çiçekler, buraya geleceğini tahmin etmem... Bunlar hep yaşanmış zamanların parçaları.". "Öncelikle sevgiliydik demeyi bırak tamam mı?!" diye tersledi. Masaya yanaşarak karşılık verdim "Madem sevgili değildik, öpüşmeye alt dudağımdan başladığını nereden biliyorum söylesene?" Sağ yanağıma sert bir tokat attı ve ayağa kalktı "Senin terbiyesizliğini dinleyemem ben burada!" kafeteryada bulunan bir kaç kişi bize bakıyordu, ayağa kalkarak "Özür dilerim. Ben sadece dikkatini çekmek istiyorum. Lütfen bana yardımcı ol." diyerek sakinleştirmeye çalıştım. Ellerini birleştirerek "Sana yardımcı olamam çünkü saçmalıyorsun, bu söylediklerin doğru evet ama ben... Ben bunları seninle yaşamadım ki!"
dedi ve dolan gözlerini eliyle sildi ve ekledi "Bu anlattıkların... Yıldırım'la yaşadığım şeyler. Sen, nerden biliyorsun bilmiyorum." şaşkınlığımı gizleyememiştim, "Yıldırım kim?" diye sordum. "Sevgilim, yani sevgilimdi..." hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve koşarak kafeteryadan çıktı. Eve doğru koşarken peşinden koştum "Elfida! Yapma lütfen! Yine gitme!" diye seslendim... Arkasını döndü ve var gücüyle bağırdı "Beni rahat bırak! N'olur!" ve olduğu yere dizlerinin üzerine çöktü. Yanına giderek sakinleştirmeye çalıştım ve sayıkladığı o cümleye şahit oldum; "Yıldırım... Sevgilim... O öldü... Öldü!"

29 Mart 2015 Pazar

Elfida -Bölüm 2-

Elfida

-Bölüm 2-

Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Konuşmaya nereden başlayacağım, ne diyeceğim? Üstelik beni daha önce hiç görmemiş, tanımamış birinin karşısına bu şekilde çıkmak ne derece doğruydu? Ne yaşadığımı bilemiyordum. İçimde ona ait yaşantılar vardı. Kalbimdeki sevgiyi nasıl kazanmıştı? Nasıl oluyordu da O'na ait hissediyordum? Yakın zamanda hafıza kaybı geçirmiş gibiydim... Olanları kabul etsem de sebebini bilmiyordum. Bu yaptığım deliceydi ama kendimi haklı buluyorum. Onunla konuşacağım...

Hastane gelmiştim. Arabamı park ettim ve bagajdan gelirken çok sevdiği kırçıllı beyaz astomerya çiçeklerinden yaptırdığım aranjmanı alıp binaya girdim. Danışmaya gidip muayene odasının yerini öğrendim. 1. Kat merdivenlerden sola, koridorun sonundaki sol kapı. Koridorun uzun olması kendimi toparlamam için bana bir fırsat gibi gelmişti. Yemin ederim ne yapacağımı bilmiyorum. Allah'ım bana yardım et! Kapının önüne geldiğimde bir kaç anne çocuğunu muayene ettirmek için bekliyordu. Onları beklemeliydim. Bu sırada heycandan buz kesmiş ellerimi ısıtmaya ve istemsiz sallanan dizlerimi kontrol etmeye çalışıyordum. Hemen yanımdaki su otomatından durmadan su içiyordum. Son hastanın da girmesiyle iyice gerilmiştim. Elimde çiçeklerle beni gören doktor yardımcısı "Beyefendi? Yardımcı olabilir miyim?" diye sordu. Gülümseyerek "Elfida hanım, onu bek-... Bekliyorum." diye cevap verdim. Ne oluyor bana? Daha yardımcısıyla konuşamadım! Nasıl anlatacaksın derdini?! Hadi Özgür! "Son hastayı aldık, ben Elfida hanıma beklediğinizi ileteceğim." diyerek içeri girdi. Iletmese daha iyiydi... Aniden çıksaydım karşısına... Daha doğrusu öyle planlamıştım. 10 dakika sonra odadan çıkan anne ve çocuk bana buzlu su etkisi yaratmıştı. Sıram geldi. İğneden korkan küçük bir çocuk gibi hissediyorum... Hemşire yanıma gelip "Buyrun, doktorumuz müsait." diyerek içeriyi gösterdi. Yavaş adımlarla odaya girdim. Hemşireye bakıp "Rica etsem bir kaç dakika özel görüşebilir miyiz?" Elfida hemşireye başıyla gitmesini işaret etti ve kapı kapandı...
Aman Allah'ım! O. Rüyalarımdaki kadın. Tamamı ile gerçek! Kalın siyah çerçeveli gözlüğünü çıkarıp elimdeki çiçeklere baktı, hoşuna gitmişti. Masasına yaklaşıp elimi uzattım "Merhaba, Özgür ben. Özgür Karaca." İçten bir gülümseme ile cevap verdi "Elfida Soylu, memnun oldum." Çiçekleri masasına koyup "Sizin için..." diyerek oturdum. "Çok naziksiniz, bunlar en sevdiğim çiçekler. Beni şaşırttınız." diyerek çiçekleri koklayıp yanındaki dolabın üzerine koydu ve ekledi "Nasıl yardımcı olabilirim?". Derin bir nefes alıp başladım "Açıkçası biraz zor." şaşırmıştı. "Elfida hanım beni daha önce hiç görmediniz değil mi?" diye sordum. Şaşkınlığı gizleyemeyen surat ifadesi ile "Hayır, en azından ben hatırlamıyorum." cevap verdi. "Bu durumu nasıl açıklayacağım bilmiyorum ama lütfen beni dinlerken sabırlı ve anlayışlı olun. Rica ediyorum." diyerek konuşmaya başladım. "Ben son haftalarda bazı sancılar yaşıyorum. Göğüs kafesim, kollarım, çenem... Bu sancının hemen sonrası uykuya dalıyorum ve uykuda sizi görüyorum." yüz ifadesinden ne kadar şaşırdığını anlamıştım, bu kızgın olmasından daha iyiydi. " Rüyalarım biraz tuhaf, gerçekçi rüyalar. Yani sizinle bir şeyler yaşıyorum. Sevgili gibi." sözümü keserek "Bu bir çıkma teklifi ise gayet yaratıcı." gülümsedi. "Çıkma teklifi için sanırım geç kaldım." diye ekledim. "Nasıl yani?" diye sordu. "Ben size ait hissediyorum. Yani yaşadığımız anılar var. Hatırlıyorum, biliyorum." diye cevapladım. Dudaklarını bükerek "Gayet iddialı." beni ciddiye almıyordu... "Size yaşadığımız bir kaç özel anımızı anlatsam bana inanacak mısınız?" diye sordum. Arkasına yaslanıp kollarını birleştirdi "Dinliyorum.". "Kapadokya gezisini hatırlayın, bindiğimiz balonda kulağıma ne fısıldadınız?" rengi soldu ve beyazladı, devam ettim "Şöyle dediniz; dünya gökyüzünde yaşanacak bir yer ama bizim kanatlarımız yok." Ayağa fırlayarak "Siz bunları nereden biliyorsunuz?!" diye yüksek sesle bağırdı. "Lütfen sakin olun, bunları berber yaşadık." "Ne saçmalıyorsunuz siz?!" kapıyı göstererek "Sizi tanınıyorum bile. Lütfen çıkın odamdan!"diye bağırdı. "Lütfen bana bir kaç dakika daha verin, bu olanlara ben de anlam veremiyorum." diyerek ayağa kalktım. "Güvenlik çağıracağım, lütfen çıkın!" Israrla beni kovuyordu. Masaya kartımı bırakarak "Kendinizi toparladığınızda lütfen beni arayın." dedim ve odadan çıktım... Otoparka gidip beklemeye başladım. Buradan geri dönemezdim. Hastaneden elbette çıkacaktı... Biri bana akıl vermeliydi, ne yapacağımı bilmiyordum... 1 saate yakın beklemiştim. Sonunda çıkmıştı ve arabasına doğru hızlı adımlarla ilerliyordu. Yanına yaklaşıp "Elfida!" diye seslendim.Bana döndüğünde güneş gözlüğü ile saklamaya çalıştığı yaşlı gözlerini gördüm. "Özür dilerim. Üzmek istemedim ama ben de acı çekiyorum ve inan bu olanlara anlam veremiyorum." Kesik kesik nefesini hissediyordum burnunu çekti ve "Sizi tanımıyorum, lütfen beni rahat bırakın." diyerek arabasına yöneldi. Arabaya binmesini önlemek için kapıyı tuttum "Beni tanımıyorsun tamam ama hiç mi merak etmiyorsun? Sence bu olanlar normal mi?" diye sordum. "Önümden çekilin lütfen! Ayrıca bir daha beni rahatsız etmeyin!" Acı çekiyordu, kızgındı ve yorgun. "Nereye gideyim peki?! İçimde sana ait yığınla anıyla nereye gideyim?!" Arabasına binip hızla uzaklaştı... Arkasından koştum "ELFİDA! ELFİDA! NEREYE GİDEYİM SÖYLESENE?! NEREYE?!!!"... Bağırdım ama ne fayda, beni duymadı bile...

27 Mart 2015 Cuma

Elfida -Bölüm 1-

Stresli bir organizasyonu başarıyla sonlandırmanın rahatlığıyla arabama atmıştım kendimi. Koltuğa yaslanıp gözlerimi ovuşturarak derin derin nefes almaya başlamıştım. Kravatımı gevşetip yaka düğmemi açmıştım.  Müzik çalara bastığımda yarıda kalmış Coldplay - True Love şarkısı çalmaya başlamıştı, en güzel yerleri...
Saygın bir iş adamının çocuğunun sünnet organizasyonu için haftalardır yoğun çaba sarfetmiştim. Atlattım ve artık rahatlamam gerekiyordu. Arabayı çalıştırarak eve doğru yola koyulmuştum. Akşam saatlerinin şehire yaptığı ışıltılı makyajı izleye izleye gidiyordum. Mağazaların çoğu kapanmıştı ama insanlar vardı. Bir süre sonra şehir merkezinden ayrılıp çevre yoluna geçmiştim. Yol kenarında ki sıralı çam ağaçlarını takip edememeye başlamıştım. Yine başlamıştı. Midem bulanmaya başlamış ve ağrı göğsümden yayılıyordu. Arabayı sağa çekip bekledim. Son günlerde çok sık tekrarlıyordu. Kollarıma ve çeneme yayılan kötü bir ağrıydı.  Nefesim daralıyordu, halsizleşmiştim. O kadar çok terliyordum ki gömleğim üzerime yapışıyordu. 10-15 dakika sonra ağrım hafiflemeye başlamıştı. Kendime gelmeyi beklemeden arabayı eve doğru sürmüştüm. Eve vardığımda daha iyiydim. Kapıyı açar açmaz kedim ayaklarıma sırnaşmaya başlamıştı. Ona basmamak için büyük adımlar atarak salondaki koltuğa atmıştım kendimi. Uyuyacaktım biliyordum ve O'nu yine rüyamda görecektim...

Yine nefes nefese uyanmıştım. Hiç gitmediğim yerleri yıllardır orada yaşamışcasına bildiğim gerçekçi bir rüyaydı bu. Son zamanlarda sık sık görüyordum. O, Elfida. Yüz hatlarına o kadar hakimdim ki, bir zamanlar benimmiş gibi. Yaşanmış zamanlar gibi. Gördüklerim bir rüya için fazla gerçekçiydi. Gecenin bir yarısı beni uyandıran bu rüyalara anlam veremiyordum. Yaşadığım göğüs ağrıları...Artık bir doktora gitmenin vakti gelmişti...

Sabah uyandığımda kedim Mercan'ın yanımda uyuduğunu gördüm. Kahve ve beyaz renkli tüyleri olan sadık bir kedi. Onu kucağıma alıp mutfağa doğru gittim.
Tabağına kedi maması koydum ve ben de bir şeyler hazırlayıp atıştırdım. Bugünü kendime hastane için ayırdım. Ağzımda son lokmamı çiğnerken odamda üstümü giyindim. Yakalı yeşil bir tişört, bej rengi keten pantolon, koyu kahve kemerim ve aynı renkte casual ayakkabı. Aynada şöyle bir baktım, nasıl görünüyorum? Gayet iyi. Arabama atlayıp şehre doğru yola koyuldum...

Hastanede yapılan testler ve tahlillerde her hangi bir rahatsızlığım çıkmamıştı. Doktorlar "Aşırı stres.bir daha olursa tekrar gel." diyerek beni göndermişlerdi. Ben ise günlerdir gördüğüm bu rüyaların ne anlama geldiğini sormak için psikolog bir arkadaşıma gelmiştim. Son seansındaydı ve ben onu bekleme salonunda kahvemi içerek bekliyordum. Bir süre sonra hastası çıktı ve kollarını açarak "Özgür, kardeşim hoşgeldin!" diyerek sarıldı. Iyi bir dost ve sırdaştı ve ben bu konuyu Yiğit'ten başkasıyla konuşamazdım. "Yemeğe çıkalım mı?" diye sordu, ben de konuşmak için geldiğimi söyledim ve odaya geçtik. "Bak bunun hasta doktor konuşması olmasını istemiyorum, bu daha farklı bir durum." diyerek oturdum. Yiğit de karşıma oturarak "Nedir problem, iyi görmedim seni..." diyerek bir bardak su uzattı. "Dostum ,benim şu göğüs ağrılarımı biliyorsun, sıkıntı bununla bitmiyor. Daha sonra rüyalar görüyorum. Normal rüya değil, fazla gerçekçi. Yer ve mekanlar. Bir de O... Yani Elfida. Onu seviyorum. Onunla bir şeyler yaşamışım gibi." Yiğit sözümü keserek "Sen rüya görüyorsun ve rüyada gördüğün kadına aşık mı oldun?" diye sordu. Ben devam ettim "Tam olarak böyle değil. Sanki o hep benimle varmış gibi, yani şu an bile onu seviyorum. Onunla bir yerlerde oturup yemek yemişliğim var sanki, bir çok özelini biliyorum. Ben Elfida ile sevgili gibiyim." Yiğit kollarını birleştirerek "Ismi Elfida mı?" diye sordu. "Evet ve bir doktor. Yaşam hastanesinde çocuk doktoru" diye cevapladım. Yiğit şaşırmış bir şekilde "Şu özel Doğa hastanesindeki çocuk doktoru Elfida Soylu olmasın sakın?" diyerek gülümsedi..  "Sen!? Dalga mı geçiyorsun benimle!?" kızmıştım. "Asıl sen benimle dalga geçiyorsun. Ne oldu gittin gördün kadını beğendin nasıl çıkma teklifi edeceğin konusunda fikir mi istiyorsun?" diyerek kahkaha attı. Ben yarı kızgın yarı şaşkın bir şekilde "Gerçekten o hastanede doktor mu? Ayrıca evet soyadını biliyorsun! Yiğit ayağa kalkarak ellerini cebine attı ve "Tanıyorum çünkü, doktorlar birbirini tanır. Ben senin ne yaşadığını anlayamadım. Söylediklerine anlam veremiyorum." diyerek devam etti "Son günlerde ağır travma geçirdin mi?" diye sordu. Ben kalktım ve pencere kenarına gittim "Anlamıyorsun biz sevgiliyiz zaten, sana yaşadığımız bir çok şeyi anlatabilirim.  Yıllardır ona ait hissediyorum." diyerek sitem ettim. "Daha hangi hastanede çalıştığını bilmiyorsun nasıl sevgilisin sen?" dedi ve ben de ekledim "Ben öyle biiyordum. Karşısına çıkamadım ki, yani ne diyeceğim kadına? Çok farklı bir durum... Muhtemelen beni hiç görmedi ama ben onunla çok şey yaşadım bir zamanlar."  Yiğit yanıma gelerek omzumu sıktı ve "Özgür, sen Meral'den sonra kimseyle çıkmadın. 2 yıla yakın bir zamandır sevgilin yok. Bunu yakın arkadaşın olarak ben biliyorum." dedi. Aniden arkamı dönerek kapıya yöneldim "Ben gidiyorum!". "Nereye?" diye seslendi Yiğit. "Doğa hastanesine..." diye seslendim...

Sana geliyorum Elfida...

26 Mart 2015 Perşembe

Doğru bildiklerimiz ne kadar gerçek?

Bazı şeyleri görebilmek farklı gözle bakmayı gerektirir. Gerçek dediğimiz şeyler ne kadar gerçek? Yoksa biz de durumu olduğu gibi kabullenenlerden miyiz? Bir bilgiyi aldığımızda onun doğruluğunu öğrenmek için sağlama yapar mıyız? Bazı insanlar denizin mavi renkli olduğunu söyler, öyle bilirler çünkü. Bilgi sorgulanmadıkça hep şaibelidir. Diğerleri ise aslında o mavi rengin gökyüzünün yansıması olduğunu bilir. Peki bunu ne zaman öğrendi? Mavi rengi önce denize mi gökyüzüne mi söyledi? Bunu sorguladığında gerçek bilginin sahibi oldu. Farkındalık sorgulamayı gerektirir. Gerçek dediğimiz şey aslında beynimizin en iyi tahminidir. Yani gerçek dediğimiz şeyin doğruluk oranı o gerçeği tahminimizle alakalıdır. Örneğin 50 metre ilerideki vazoya baktığımızı var sayalım. Beynimiz önce cismin şeklinden veri tabanını eler. Daha sonra çıkan sonuçlardan görüntüye en yakınını gerçek diye kabul eder. Zihnimiz askıda kalmış net olmayan şeyleri kabul etmez. Gerçek diye kabul edilen bilginin sağlamasını 50 metre ileri giderek yapabilirsiniz. Cismin gerçekte vazo olduğunu görür net doğrunun keyfini çıkarırsınız.

Şimdi gerçek diye bildiklerinizi sorgulayın. Zebralardan başlayın mesela; siyah üzerine beyaz çizgi mi, beyaz üzerine siyah çizgi mi?

Doğru bilgi mutluluk getirir.

Ben hep fazlasını isteyenler için söylüyorum...

19 Mart 2015 Perşembe

Kaç para bir mutluluk ?

Kaç paraya mutlu oluruz? Kapitalizm dediğimiz canavar bu hassas noktamızı keşfetmiş ve karnını doyurmakta. Bugün satılmak istenen tüm ürünlerin reklamlarında "Mutluluk verir" imajı verilmeye çalışılıyor. Bir kol saati reklamına bakın, saat 10:10 geçiyor durumdadır. Orada amaç gülen yüz psikolojisini yansıtabilmektir. "Mutluluk veririm size" demeye çalışılıyor. Basit bir çikolata reklamı bile buradan saldırıyor. "Mutlu et kendini", "Mutlu bir an" gibi sloganlarla geliyorlar üzerimize. Tek gayeleri bizi mutluluğa muhtaç olduğumuza ve bunu o ürünlerle giderebileceğimize inandırmak. Gerçekten öyle mi? Kaynağı bizde olan mutluluğa o ürünler olmadan ulaşamıyor muyuz? Mutlu değil miyiz? Yoksa yıllardır süregelen sözde bu mutluluk veren ürünerin reklam saldırılarıyla "Aslında ben mutlu değilmişim" mi diyoruz? Mutlu olmak için bu ürünlere ihtiyacımız olduğunu düşündürüp cebimizden paramızı alarak mutlu olacak olan kişiler, gerçekte mutlu olan kişiler oluyor. Bu bir algı saldırısı. Bir insanın ihtiyaç duygusunu dürtmek istiyorsanız onu önce söz konusu şeye aç bırakmalısınız. Zira karnı tok olan bir insana yemek yediremezsiniz. Bu ona cazip gelmez. Kapitalizm dediğimiz canavar farklı yollarla duygularımıza nüfuz ederek psikolojimizi etkilemeye çalışıyor. Aslında varolmayan yokluk hissini meydana çıkarıp daha sonra bunu nasıl giderebileceğimizi reklam yolu ile bize iletiyor. Biz de o ürünü satın alarak eksikliğimizi giderdiğimizi düşünüyoruz. Marjinal fayda denilen saçmalık aslında müşterinin o üründen aldığı haz ile alakalıdır. Herkes o ürünü çok istemeyebilir. O zaman da firma o ürüne makyaj yaparak bizim iştahımıza sunar. Acelesi yoktur, bizim o ürüne acıkmamızı ve farklı yollardan da olsa o ürüne muhtaç olduğumuza inanmamızı bekler. Sonra, BOOM! Mutlu olan asıl kişi o ürünü satanlar oluyor...

Mutluluk en başta vardı. Bizimleydi. Onu öksüz bırakan ve farklı maddelere bürünmesini sağlayan bizleriz.