15 Haziran 2016 Çarşamba

Soğuk Güneş Bölüm 2

Hayata geç kalmak diye bir şey var mıdır? Bir türlü kavrayamadım ben şu geç kalma işini. Eğer yaşıyorsam hayattayım demektir ve hiç bir şeye geç kalmamışım demektir. Bana ait olan bir hayatta neye,  nasıl geç kalabilirim ki? Eğer gençliğim gittiyse ellerimden bunun karşılığında olgunluğu almışımdır. Hayat zaten zamanlar bütünüdür. Bizim için her yaşantıya yer var demektir. Hiç bir şeye geç kalmadım. Siz de öyle! 

Uçak canım ülkemin semalarında İzmire doğru ilerliyordu. 14 saati aşkın seyahat etmiştim ve bu uçak da olsa yolculuktan yorgun düşmüştüm. Yeni uyanmış şehir haftanın son günü için hazırlanmaya başlamıştı. Küçük binalar ve daha da küçük arabaları görüyordum. Sabah saatlerinde o büyük şehirler yeni doğmuş bebek gibi usul ve sessiz... Sedasız ve kimsesiz. 

İzmir'e iner inmez doğruca Basmanedeki  otelin yolunu tutmuştum. Eşyalarımdan kurtulmam gerekti. Aslında iyi bir uykuya da ihtiyacım vardı fakat daha fazla vakit kaybedemezdim. Alsancak tarafında bir veteriner kliniği işletmeye başlamıştı. O kliniğe gittiğimde onu orada görecektim. Belli bir yaşa da gelmiş olsam bazı duyguların tepkileri hiç değişmemişti. Heyecandan sanki kalbim yer değiştirmiş ve nefes boruma kadar gelmiş gibiydi. Bu tatlı bir heyecan değildi elbette. İçinde korku ve utanç da taşıyor. Bunca yıldan sonra direk karşısına çıkıp ona ne diyebilirdim ki? Bunu yapmaya hakkım bile yoktu! Konuşmayı öğreneli onlarca yıl oldu ama O'nun karşısında sanırım bildiğim her şeyi unutacaktım. 

Otele gelmiştim. Taksiyi beklemeye alıp hemen eşyalarımı odama atıp Alsancak yolunu tutmuştum. Basmane ve Alsancak arası çok kısa bir mesafeydi, kendimi toparlamam için yeterli değildi. Sanki 15 saatlik yoldan ben gelmemiştim de daha da zamana ihtiyacım vardı! Hayır hayır, taksi hızlı gidiyordu. İyice yaklaşmıştı. Sevinç pastanesinin önünde inip biraz yürümeye karar vermiştim. Klinik ikiyüz metre ilerideki sarı binanın zemin katındaydı. Mavi Yuva Veteriner Kliniği - Veteriner Hekim Derin İlker.  Gelmiştim, tam beş adım sonra önündeydim. Derin bir nefes alarak içeri daldım. Gözümü açtığımda kahverengi irice bir kediye parazit ilacı içirmeye çalışan iki genç kız görmüştüm. Beyaz önlüğü mürekkep lekeleri içinde kalmış olanı bana doğru yönelip "Buyurun, hoşgeldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?" demişti. Yutkunarak "Derin hanıma baktım ben ama.." daha asistanına bile iki kelimeyi zor ediyordum. Kediyle ilgilenen diğer asistan elinin tersiyle öne düşen saçlarını düzelterek "Derin hanım acil bir vaka sebebi ile bir müşterimize gitti, gelmesi yakındır isterseniz buyurun hem bir şeyler ikram edelim?" diyerek koltuğu göstermişti. Ben o rahatlama ile "Teşekkür ederim ben tekrar gelirim, buralardayım zaten... Kolay gelsin." diyerek caddenin karşısındaki kafeye yönelmiştim. Rahatlamıştım ama bu çok saçma bir durumdu. Ben buralara yıllar sonra böyle kaçmak için gelmemiştim! Yol boyunca ona ne söyleyeceğimi, ne anlatacağımı kurgulasam da bir türlü netleştirememiştim. Belki de bana konuşma fırsatı bile vermeden tersleyecekti... Park halinde duran kamyonetin arkasındaki "Burası İzmir, burada hayaller kelebekler kadar yaşar..."  yazısına dalmıştım. O sırada masaya sipariş verdiğim soğuk suyum gelmişti. Sürekli kliniğe bakıp onu bekliyordum. Acaba o kadar aradan sonra direk karşısına çıkmak ne kadar doğru olacaktı? İşim hiç kolay değildi. Bana ne derse de haklıydı üstelik. Heyecandan sürekli küçük tuvaletim geliyordu ama buradan ayrılamazdım. O gelir gelmez kliniğe gidecektim. O sırada kliniğin önüne bir araba yaklaşmıştı. Aracın içi görünmüyordu. Şoför kapısı açılmıştı  ve ilk gördüğüm siyah bir spor ayakkabıydı. İnmeden yan koltuktan bir şeyler alıyor gibiydi. Ben ayağa kalkıp daha da yaklaşmıştım. Kapıyı kapatıp benden tarafa döndüğünde O olduğunu görmüştüm. Siyah gölgeli kızıl saçları omzundan biraz daha aşağıdaydı. Buz mavisi gömlek ve kot pantolonu giymişti.  Ellerim heyecandan buz kesmişti. Hesabı isteyip kafeden çıkmıştım. Yolun karşısına geçip kliniğe girmeliydim. Kliniğin kapısına vardığımda asistanları sanırım beni ona söylüyorlardı. Sırtı bana dönüktü. Klinikte asistanlar ve biz dışında kimse yoktu. Önlüğü lekeli olan asistan beni gösterip "İşte bu beyefendi idi." demişti. Bana dönüp baktığında bayılacak gibi olmuştum. Onun da rengi solmuştu. İkimiz de hızlı hızlı nefes almaya başlamıştık. 

Gözleri dolmaya başlamıştı... 

8 Haziran 2016 Çarşamba

Soğuk Güneş

Soğuk Güneş 

Bölüm 1 

Özlemek ile hasret arasında kocaman bir fark vardır aslında. Hasret özlemin bir kaç beden büyüğüdür. Hasret acıtır, hasret kanatır. Özlem kadar taze ve masum değildir. Hasret yıllanmıştır ve bir zamanların özleminden beslenerek büyümüştür. Benim şu anda 18:20 Türkiye uçağında olmamın sebebidir hasret... 

Adım Serdar. Yanımda benden 32 yıl büyük 79 yaşındaki amcayla sohbet ederken zamanla benden yitip giden değerlerin farkına varıyordum. Önünde duran multimedya ekranındaki belgesele dalmış bakarken  "Aslında doğru söylemek diye bir şey yoktur." dedi ve oturduğu yerde doğrularak "Ben sana yalan söylemiş olmasaydım sonraki sözlerimin doğru olduğuna inandırmak için seni ikna etmeye çalışmak zorunda kalmayacaktım öyle değil mi?" diye sordu. Onaylarcasına kafamı sallamıştım o da gülümseyerek devam etti, "Bir kez yalan söylemek bütün ömrün boyunca seni 'Doğru söylemek' zorunda bırakabilir. Bunun için dikkatli olmalısın evladım.". Ben pür dikkat onu dinlerken seyrelmiş beyaz saçlarının dibindeki yaşlılık lekelerine dalmıştım. Hayattan ders çıkarmış insanların tavsiyeleri hiç bir değerle mukayese edilemezdi. Bunun farkında olarak ona saygı duyuyor, her söylediğini kulağıma küpe yapıyordum. Ona servis edilen meyve suyunu yudumlarken kafama takılan şeyleri sormaya başlamıştım. "İkinci şansı kimler hak eder?"  elindeki bardağı önündeki servis bölümüne koymaya çalışıyordu titrek elleriyle ve o sırada "İkinci şans nedir peki?" diye sordu. Tam cevap verecekken devam etti "Senin bu uçakta olma sebebin mi? Eğer öyleyse hak edip etmediğine sen karar vereceksin." koltuğuma yaslanıp derin derin nefes almaya başladım. Ya ben kendimi çabuk ele veriyordum ya da bu adam tam bir insan sarrafıydı. Evet, ben ikinci bir şans için buradaydım ama bu şansı hak edip etmediğimi Bilmiyordum. Tek bildiğim şey artık  doğru söylemek zorunda olduğum. Bana kalırsa ikinci bir şansı herkes hak eder, ben hariç! Çünkü ben adi, korkak bir aptalın tekiyim! Herkes yaşadığı hayatın güzel bir hikaye gibi olmasını ister. Çok az kişi ise buna göre yaşar. Ben bütün fedakarlıkları yapmaya hazır olsam da hikayemin baş kahramanını buna ikna etmem ve kendi hikayemin merkezi yapmam gerek. O 23 Şubat sabahı neredeyse yakalıyordum mutlulu aslında... Olmadı. 

7 yıldır onunla bırakın aynı şehri,  aynı ülkede bile değildim. Türkiye defterini kapatmış, Amerika'nın Ohio eyaletinde yaşan kuzenimin yanına taşınmıştım. Böyle olursa ikimiz için de daha iyi olacağına inanmıştım. Alışa geldiği gibi inancım beni yine hüsrana uğratmıştı. O'nun yüzünü unutmamıştım, kendime bu fırsatı vermemiştim. Sosyal medyadan sürekli onu takip ediyordum. Mutlu gibi bir hayatı vardı hep, yani en azından benden daha iyi gibi duruyordu. İstanbul'daki hayatını İzmir'e taşımış, son 4 yıldır orada yaşamaya başlamıştı. Bir gün İzmir'e gideceğine zaten emindim. Orayı sevdiğini her fırsatta söyler,ismi gibi derin ve  parlayan gözleriyle bana İzmir sokaklarını anlatırdı. 3 yıl süren ilişkimiz boyunca beraber hiç gidememiş, en son yeltenişimizde ise son dakika aksilikleri yüzünden planımız bavulları arabaya koyamadan bitmişti. "İzmir bana iyi geliyor." sözünü sık sık kullanır bunun herkes tarafından bilinmesini isterdi. Umarım bu böyledir, İzmir ona iyi gelmişti ve iyi durumdadır. Aslında karşısına nasıl çıkacağımı bile bilmiyordum ama artık yola koyulmuştum. 

Yolculuk için el çantama bir kaç kitap, karalama defteri ve kalem atmıştım. Defterleri karıştırırken, yıllar öncesine ait olduğunu gösteren buruşukluklarıyla  dörde katlanmış kağıt dikkatimi çekmişti. Kağıdı açarken içinde ne yazdığını anımsamaya başlamıştım. Bu ona yazdığım ilk şiirdi... 

Bir karşı kıyı özlemi bu
Ne kadar derin olduğu bilinmez
Karşımda muazzam manzara ile
Bir İstanbul hatırası
Tahtaya ilk kez kalkmış bir çocuk kadar heycanlı
Ve hevesliyim sana karşı
Sevgim de kara tahtaya yazılarım gibi
Hep yukarı yukarı
İlk kez düşürdüğüm dişim gibi yanımdaki eksikliğin
Dizimden akan ilk kan gibi korkunç
Ve ilk dayak yiyişim gibi acı verici
Sevgin;
Bir anne şefkati kadar kesin ve net
İlk bisiklet gibi heycanlı
Yaptığım ilk iyilik kadar gurur verici
Ve çocukluğum gibi unutulmaz...
Görüyorum, bir dua kadar gizli bana hislerin
Duyuyorum hepsini, dilinde bana ait kelimelerin
Beklerim yorulma, bir güney kuşu özlemi ile beklerim.
Yağmurun rahmeti ıslatsın topraklarını
Yorgunum uzun yoldan gelmişçesine
Yaslansam omuzlarına....

Şiiri yazdığım o 2005 Şubat  gecesini hatırlamıştım. O gece de şimdiki gibi dolmuştu gözlerim. O gecede içimde özlem vardı şimdi ise hasret! 

Beni gördüğünde bana olan nefretinden sıyrılıp biraz da olsa özlemine sığınıyorum Derin. Bana kızgın olabilirsin ama umarım kırgın değilsindir. Seni çok özledim...