9 Mayıs 2015 Cumartesi

Elfida -Bölüm 10-



8 Ay Sonra

Yaşanılan acı tatlı her şeyin geçici olduğu bir dünya sonuçta, yanımızda kalmasını istediklerimiz de neden çekip gitmeyecek ki... Ömrümüzün ne kadar süreceği tam bir muamma, kanun böyle. Sevgi diye bir his varsa içinizide yazık etmeyin, söyleyin. Bir şarkı gibi bitince susmuyor çünkü. Kıyamadığınız tüm herkesten kopacağız günün birinde ki bu ölüm olacak. Ölüm halbu ki doğum kadar mucizevi bir şey, bizi üzüp kahretmesi ölen kişinin anılarıyla doğru orantılı. Anılar evet, toprağa gömülmeyen, yakılıp savrulmayan, adımız gibi zihnimizde yer eden anılar. Tam da burada acı çekiyorum ben. Ölen kişi anıları da alıp gitse belki de hüzünlerden kurtaracak bizi. Ama olsun, anılar acılar kadar gerekli. Ne de olsa anılar biriktirmek için yaşıyoruz. Biz ölüdüğümüzde güzel şeyler bırakmak üzere...

Zor günler geçirmiştim, öyle zor ki defalarca mide ağrısından istifra etmiştim. Kaza da her ne kadar suçsuz sayılsam da vicdanım beni rahat bırakmıyor her an bana acı çektiriyordu. Evet, benim yüzümden. Evet, hızlı olmasaydım kaza olmayacaktı. Evet, Elfida hala benimle olacaktı... Evet... Canı alıp giden her defasında aynı melek ve biz farklı farklı insanlar olarak sebep oluyoruz. Ben aşkımın sebebi...

Yokluğuna alıştım mı? Hayır! Bir yandan ilerki zamanlarda yaşayacaklarımızı görmen hala aklımda bir soru, yaşayamadık onları Elfida! Her gece ağlayarak uykuya dalıyorum, uyandığımda kirpiklerim birbirine yapışmış oluyor. Sanki sensiz güne açılmak istemiyor gibi. Seni kimseye anlatamıyorum, canım acıyor. Sen, nasıl ölürsün! Bazen çıldırmamak elde değil...

Hayat çok ilginç. Benim acım milyarlarca insanın umurunda bile değil, herkes gündelik yaşamında. Bunu bu şekilde farketmek çok acı. Bir yandan kendi işlerim derken geçip gidiyor elbette günler. Normal bir ölümün ötesinde bir acı olsa da içimde, yaşamıma da devam etmem gerekiyordu...

Bir Perşembe sabahı şirketteki ofisimde yapılacak organizasyonların ayrıntılarını inceliyordum. Sekreterim Özlem kapıyı çalarak içeri girdi "Özgür bey, Yağmur isminde bir bayan sizinle görüşmek istiyor." Önümdeki evrakları düzelterek "Tabi, alabilirsin içeri." dedim. İçeri durumu nasıl izah edeceğini bilemeyen biri gibi girdi, kendimi görür gibi olmuştum. "Iyi günler Özgür bey." diyerek elini uzattı. Ayağa kalkıp masanın etrafından dolandım ve elini sıktım "Iyi günler. Buyurun lütfen." diyerek siyah deri koltuğu gösterdim. "Hakkımda ne düşüneceksiniz inanın umurumda değil, bunu artık sizinle görüşmem gerekiyor...". Meraklanmıştım, karşısına oturdum "Sizi dinliyorum...". Ellerini yumruk yaparak kucağında sıkıyordu "Bir Mayıs ayı Yalova sahilinde bana yapmış olduğunuz sürprizi hatırlıyor musunuz? 105 tane dilek feneri..."

İstemsiz gülümsemiştim; sen ölümsüz bir aşk olacaksın Elfida...

SON

3 Mayıs 2015 Pazar

Elfida -Bölüm 9-

Elfida

-Bölüm 9-

Hayat yalnız yaşanmayacak kadar yorucu. Biri lazım insana; aynı espriye gülen, aynı filmde duygulanan, aynı şarkıda aynı hayalleri kuran birisi. Kaderin o uzun yolunda serin bir söğüt gölgesi gibi, yosun kokan tuzlu deniz esintisi gibi ferah ve hayatın kendisi gibi davetkar biri olmalı. Konuşmadan anlaşabilecek, beraber saçmalayan, siz kızgınken bile kalbinize dokunan birisi... Birine onu iyi hissettirebilekten daha güçlü bir özellik ne olabilir ki? Sen güçlü bir kadınsın Elfida. Sayfalarca seni anlatmak nafile ve asla da yetmeyecek. Sihir gibi ortaya çıkıp ilk görüşte olmuş aşk değilim ben. Seni yıllardır seviyorum. Dilerim ki sonsuz ol...

Gün ağırana kadar şehri gezmiştik. Bana iyice alışmıştı ve elimi tutmaktan hoşlanıyordu. Şimdi de arabamla onun için hazırladığım sürprizi göstermek için Çiftlikköy'e sahile gidiyorduk. Yine müzik çaları kurcalayarak Yalova'nın o gün batımındaki turuncu rengine uygun bir şarkı (Ellie Goulding - Explosions) açmıştı. Göz ucumla sürekli onu takip ediyor, gözlerimi ondan alamıyordum. Ona baktığımı biliyor ve gülümsüyordu.

Sahile yakın bir yerde arabayı park ettim. Torpidodan lacivert gravatımı çıkarıp "Hadi, gidelim.". Gravatımı göstererek "Onu ne yapacaksın?" diye sordu, gülümseyerek "Gözlerini bağlayacağım." diye cevap verdim ve yürümeye başladık. Meraklanmıştı. Havanın kararmasını bekliyordum ve bir kaç dakikaya kadar da kararacaktı. Adımlarımızı ağır atıyorduk, ilerdeki tek katlı evin bahçe duvarını döndüğümüzde sahil görünecekti. Oraya geldiğimizde gözlerini bağladım ve burnundan öptüm. "Neden dudak değil?" diyerek gülümsedi,  "Sürprizi mahvedemem, hadi kolumdan tut." diyerek sağ kolumu uzattım ve yürümeye başladık. Ayakları kuma bastığında "Sahil? Sahile mi geldik?" diye sordu, "Çok sabırsızsın." diyerek sahilde dilek fenerlerini yakmak için bekleyen ekibe işaret verdim. Fenerleri yakarak gökyüzüne salmaya başladılar. Tam 105 tane dilek feneri. 10 Mayıs günü olduğu için böyle karar vermiştim. Fenerler tek tek havalanıyordu, son partiyi de yakıp bıraktıklarında 105 fener gökyüzünde  ağır ağır yükselirken gözlerini açtım. Gözlerini ovuşturup gökyüzüne baktı,  etrafa bakıp olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Gözleri dolmaya başladı,  elleriyle yüzünü kapatarak "Özgür! İnanmıyorum, bu harika bir görüntü!" dedi ve göğsüme yaslandı. Ellerini tutarak "Hadi, manzarayı kaçıracaksın..." dedim ve kıyıdaki bizim için hazırlattığım masayı göstererek "Gel, oturalım." dedim. Gözlerini fenerlerden alamıyordu. "Muhteşem! Tek kelimeyle muhteşem! Çok teşekkür ederim."

Onu etkilemek, mutlu etmek beni çok sevindirmişti. Akşam yemeğimizi de sahilde yemiştik. Saatlerce sahilde orada durduk. Fenerlerin hepsi kaybolana kadar takip etmişti. Dönmek istemiyorduk, özellikle ben hiç istemiyordum. Her şeyin büyüsü sanki bu şehirdeydi, sanki buradan gidince her şey bitecek gibi geliyordu. Bu ters düşünceleri elbette ona belli etmemiştim ama "Gidelim mi?" diye sorduğunda hep ertelemiştim. Bir yandan saattin de iyice gecikmesiyle yola koyulmalıydık.

Toparlanıp sahilden ayrıldık. Masanın ortasındaki onun için yaptırdığım astomerya büketini de almıştı.  Bursa yolunda ilerliyorduk Yalova il sınırını geçmitik. Bana bakıp "Beni ne kadar mutlu ettiğini anlatamam," diyerek devam etti "Bu akşamı hayatım boyunca unutmayacağım, çok güzeldi.". Ona bakıp "Senin için yaptığım her şey senden değersiz, bu akşamı önemli kılan sendin.". Gülümsedi "Bir an onca şeyi nasıl yaptı diye düşündüm ama sonra organizatör olduğunu hatırladım..."

Çok güzel bir gün geçirmiştik ama yorulmuştuk da. "Ben biraz kestiricem." diyerek kafasını sola doğru yatırdı. Orhangazi'deydik. İlerdeki kavşağın trafik lambası kırmızıdan henüz yeşile döndüğü için hızımı kesmedim. Kenardaki ağaçlı refüjler olduğundan kavşağın sağ ve solunu net göremiyordum. Sağ taraftan gelen arabayı fark edemedim ve o refleksle sağ sol yapmaya başladım, ikimizde hızlıydık ve çarpıştık... Araba takla atmaya başladı...

-Hastane-

Gözümü açtığımda sol kolumun alçıda olduğunu gördüm, sağ kolumda da serum iğnesi vardı. "Elfida?!" diye bağırınca odaya hemşire geldi, "Sevgilim, o nerede?!". "Beyefendi sakin olun, ameliyata aldık..." , "Durumu nasıl? Iyi mi?!" ayağa kalkarak odadan çıktım. Peşimden gelen hemşire beni durdurmaya çalışıyordu. Ameliyathane tabelasını görünce hızlandım, oraya gelemeden kapısı açılıp doktorlar çıktı. "O nasıl?!" diye sordum ve aksayarak doktora yanaştım, alnını kaşıyıp "Siz yakını mısınız?", "Evet, o iyi mi? Durumu nedir?" Derin bir nefes alarak "Beyefendi metin olun, kaburga kemikleri karaciğer ve kalbe saplanmıştı. Kalbe saplanan kemikler bize pek bir şans bırakmamıştı. Başınız sağolsun...". "Nasıl ya!? Ne demek başınız sağ olsun! Hayır ya! Onu öylece nasıl bıraktınız!" Bağırıyordum, tek elimle doktorun yakasına yapışmıştım "Söylesenize nasıl bıraktınız onu?! "ELFIDA! ELFIDA!!!" Ameliyathane kapısını yumrukluyordum... "ÇIK DIŞARI! ÇIK!!!"