22 Nisan 2015 Çarşamba

Elfida -Bölüm 8-

Elfida

-Bölüm 8-

İnsanın düşünmesi gerekir, insanlık bunu gerektirir. Düşünce yapısı ve fikirleri ise o insanın karakter iskeletinin bir parçasıdır. Düşüncenin yoğunluğu düşünülenin sevgisiyle doğru orantılı olması gerektiği gibi bir o kadar da o kişiye aittir. Eğer fikirleriniz varsa bunun da bir sebep olanı vardır. Benim tam da aşk adına heycanım ve inancım kalmadığı zamanlarda tuhaf anılarla geldin bana Elfida. Bu düşünceler senin. Bir çok düşünce fidanımı koca bir ağaç yapan yağmur sensin Elfida... Güzel fikirlerimin mimarı; sen güzel kadın...

Dün kafeden çıktığımızda saat oldukça ilerlemişti. Uzun uzun konuşmuştuk. Ara ara güldük, bazense hüzünlendik ama her ne olursa olsun ikimize de iyi gelmişti. Onu evine bırakıp ben de kendi evime geçmiştim. Sabah uyandığımda kedim yine göğsümde uyuyordu. Kalkıp hazırlanmaya başlamıştım...

Bugün onu Yalova'a götürüp küçük şehrin sakinliğinde dinlendirmek istiyordum. Orayı yeterince gezdiğini düşünmüyorum. Telefonumu alıp onu aradım;
-Günaydın Elf.
-Günaydın... Ya bana şöyle deme, dün geceden beri dolandı ağzına...
-Onlar gibi beyaz tenlisin ama...Tamam tamam, takılıyorum sadece. Nasılsın?
-Kalktım şimdi, bi duşa girerim... Kaçta yola çıkarız?
-Nasıl yani? Ne yolu?
-E Yalova'ya gitmeyecek miyiz bugün?
-Iyi de sen nerden biliyorsun?!
-Dün beni öptün Özgür, unuttun mu?

Tabi ya! Ona sürpriz yapmak için sanırım daha dikkatli olmalıydım. Öpüştüğümüzde hala bir şeyler görüyordu, bugün Yalova'ya gideceğimizi de görmüş olmalıydı. Umarım detaylardan haberi yoktur çünkü bu şekilde pek eğlenceli olmayacak... Yarım saat kadar sonra evden çıkıp onu almak için yola koyuldum. Kahvaltıyı Yalova'da yapmayı planlıyordum, yolda açlığımızı kırması için börek almıştım. Benim geçmişten onunsa gelecekten gelen anıları vardı. Sıradan bir çift değildik. Çift dedim belki ama henüz çift olabildiğimizi de pek söyleyemem doğrusu. Ben sanki yarıda kalmış filmin izlediğim bölümlerini hızlıca geçmeye çalışıyor gibiydim. Ona saygı duymam gerektiğini biliyordum. Zaman zaman sabırsız olsam da durumun farkındaydım...

Evinin önüne gediğimde kornaya basmama fırsat vermeden kapıdan çıkmıştı. Üzerine bordo yarım kazak ve aynı tonlarda kareli beyaz pantolon giymişti. Ayağında ise keyifli bir güne giden bir kadının giymesi gerektiği gibi kırmızı babetleri vardı. Bana bakıp gülümsedi, arabanın kapısını açarak elindeki bej rengi hırkayı ve çantasını arka koltuğa atarak oturdu. "Nasılsın?". "İyiyim, teşekkürler. Harika görünüyorsun." dedim. Gülümseyerek "Teşekkür ederim." dedi ve her zamanki gibi müzik çaları kurcalamaya başladı. Ben o sırada yola koyulmuştum. "Demek Coldplay  dinliyorsun. Ben de severim." diyerek  'Ink' parçasını açtı. Bana bakarak "All I know is that I love you so." dedi ve gülümsedi. Nasıl anlatabilirim size bilmiyorum, çok mutluyum. Sevdiğim kadın yanımda, sevdiğim müzik kulaklarımda ve bu ikisi arabamda gidiyoruz. Şarkının o bölümünde ona baktım ve "Tek bildiğim seni çok sevdiğim." diyerek gülümsedim... Mutluyum, onunlayım, yoldayım.

Yalova'ya vardığımızda arabayı merkezdeki açık otoparka bırakıp yürümeye başladık. Bu şehri seviyorum, sakin ve huzurlu. Çok sık geldiğim, gelmediğimde eksikliğini hissettiğim güzel şehir. Meşhur Gazi paşa caddesine doğru yürüyorduk, diğer adıyla eski sinema caddesi. Burası şehrin kalbi. "Buradan sadece İstanbul'a giderken geçiyordum, iç güzelliğini fark edememiştim." dedi etraftaki çınar ağaçlarına bakarak. "Büyük insanların küçük şehridir burası." diyerek devam ettim. "Az ileride köprüden sonra sahile kavuşacağız. Istanbul'a bir de oradan bakmalısın. Eminim İstanbul'u daha çok seveceksin." Hava muhteşemdi. Buranın yerlileri Yalova havası diye tarif ederler. Yakıcı değil de ısıtıcı bir güneş, seyrek bulutlar, yaprak kokusu ve tatlı bir meltem.

Sahile vardığımızda yanımızdan yürüyerek bizi takip eden güvercinlere bakıyordu "Burası insanı tamamlıyor resmen, harika değil mi? Şuna bak!" diyerek eliyle kuşları gösterdi. Huzurun ona geldiğini görebiliyordum. Hakkettiği gibi. Ellerine bakıyordum, sağ eli çantasındaydı. Sol elini tutmak istiyordum ama ona hazır olmadığı bir şey yapmak istemiyordum. Denizden gelen rüzgar parfümünün kokusunu bana koklatıyordu. Koca gövdeli yıllanmış çınar ağaçlarının yanından geçerken eliyle dokunuyordu "Bunlar çok eski olmalı, şu gövdesine baksana!" diyerek ağacın etrafından dolandı. "Evet, çok eskiler. Çoğu asırlık ağaçlar." dedim ve ilerdeki bankı göstererek "Oturalım mı biraz?". Banka oturduğumuzda etrafı seyretmeye devam etti. "Buranın sana iyi geleceğini biliyordum." diyerek yavaşça eline uzandım ve elimi elinin üstüne koydum. Bana bakarak "Burası bana tek başıma bu kadar huzur vermezdi Özgür." dedi ve rüzgarın yüzüne savurduğu saçlarını parmaklarıyla alarak "Beni sevdiğini hissedebiliyorum Özgür. Beni bu kadar sevdiğin için bile seni sevebilirim." dedi ve elimi ellerinin içine alarak, "Aşk çok karışık bir şey. İnsanların birbirini sevmeleri için bin türlü neden var. Sanırım benimkisi en haklı neden olacak.". Mutluluk bir kan gibi tüm vücuduma yayılmıştı ve bunun sebebi karşımda oturuyordu. Elimi iyice sıktı "Bana beni sevdiğini söylemene gerek bile yok. İçindeki sevgiyi elle tutulur bir şeymiş gibi görebiliyorum." Gülümsedi ve devam etti "Bir kadın başka neyden emin olmak ister ki?". Sadece dinliyordum. Çünkü ikimiz için konuşuyordu. Haklıydı ona olan sevgim benden bile gerçekti! "Şu an seni deliler gibi öpmek istiyorum ama senin için hazırladığım sürprizi göreceksin diye ödüm kopuyor." dediğimde ikimiz de kahkahalara boğulduk. "Demek bir sürprizin var..." dedi kahkahanın sonlarında. Gözümdeki yaşı silerek "Evet ve bunu bozmak istemiyorum. Gerçekten çok özendim, hoşuna gideceğine eminim." dedim.

Orada, o bankta zamanın fotoğraf makinasına bir sürü mutlu kare bıraktık. Arkamızdaki çınar ağaçları bizi duydu, önümüzden uçup geçen martılar gördüler, hepsi şahit! Sen büyük bir aşk olacaksın Elfida!


17 Nisan 2015 Cuma

Elfida -Bölüm 7-

Elfida

-Bölüm 7-

Senin mutluluğunu tamamlamak için geldim. Yılların üzerinde yarattığı o belirgin çizgilerin seni okuyabilmem için yeterli. Bana eğer ümidimi sorarsan seni göstereceğim. Eğer mutluluğumu, hevesimi, aşkımı sorarsan seni göstereceğim. Bana geleceğimi sorarsan, seni göstereceğim Elfida! Sen benim yarım kalmış hevesim gibi hep arzumda ve aklımdaydın...

Şehre dönmemiz gerekiyordu. Onun görmesi gereken bir kaç işi vardı. Ben de evi öylece bırakıp çıkmıştım. Kedim bir şekilde karnını doyururdu ama onu merak ediyordum. Kediler söylendiği gibi nankör değildirler. Bu insanların her şeyi işlerine geldiği gibi yorumlamasından kaynaklanıyor. Nankörlerse bile en azından benim onu evde bırakıp gitmem kadar nankör değiller. Hazırlanıp çıkış işlemlerini halledip çoktan yola koyulmuştuk, ben onu takip ediyordum. Aynadan sürekli beni kontrol ettiğini görebilecek kadar yakından takip ediyordum. Gülümsüyordu ama yine de tanamlanmış bir gülümseme değildi.

Telefonum çaldığında arayanın Elfida olduğunu gördüm;
-Efendim?
-Ben ileriden ayrılacağım. Akşam kafede buluşalım mı?
-Sana geleyim?
-Hayır hayır. Hep gittitiğimiz kafeyi biliyor musun?
-Evet, biliyorum. Akşam orada olacağım.
-Tamam, görüşürüz...
-Şey! Elfida! Seni seviyorum...

Kapatmıştı. Durumu anlamış olsa da bana tam anlamıyla ısınmış değildi. Bana alışmış değildi. Bu zamanla çözülebilecek bir durumu fazla dert etmemeliydim. Sadece sabırsızdım. Sanki yıllarca uyumuşum ve uyanıp her şeye yeniden başlıyor gibiydim. Kaybettiğim yılların acelesi vardı ve onları kazanmanın endişesini taşıyordum...

Saat 20:12

Bir zamanlar sık sık geldiğimiz cafeye gelmiştim. 20:30'da burada buluşacaktık. Burayı biliyordum ama kendim Özgür olarak hiç gelmedim. Ben resmen hasta biriyim! Yani kendimi öyle hissetmeye başladım. Evet sen Özgür! Başkası değilsin, sadece kafanı toparla! İçeri girdiğimde onu ligüstrüm ağacının yanındaki masada gördüm. Sandalyeyi çekip "Erken gelmişsin?" oturdum. Yüzüme baktı ve gülümsedi "Konuşmamız gerektiğini düşünüyorum, gerçekten çok konuşmamız lazım.". "Evet haklısın." diyerek bir an kafede çalan müziği işittim, "Duyuyor musun? Lykke Li, Possibility.Sevdiğin müzik, belkide en sevdiğin." Müziğe kulak vererek "Evet, olasılık. Hep bir olasılık vardır." diyerek gülümsedi. "Hep." diyerek ekledim. "Bir şeyler söyleyelim, böyle yerlerde boş masada oturanları pek sevmezler.", "Evet haklısın." diyerek garsona gelmesi için işaret ettim. Menüye bakmadan kendime türk kahvesi söyledim, o da suffle ve espresso siparişi verdi. Garson masadan uzaklaşınca ona doğru yaklaşıp "Nasıl oldu? Yıldırım, çok gençmiş?" Onu üzmek istemiyordum ama şimdi tam da bunu yapıyordum. "Özür dilerim ama merak ediyorum.", "Hayır problem değil, gerçekten" diyerek devam etti "Biz evlenecektik ve kendimize ev almıştık. Haftasonları ya da boş günlerimizde eve gider dokarasyon işleriyle uğraşırdık. Hevesliydik yani, hoşumuza gidiyordu. Bir gün yeni aldığımız avizeyi tavana montelemek için ayaklı merdivene çıktı. Çıktığı yer yüksek değildi ama ben merdiveni tutuyordum yinede. Sonra benden mutfakta unuttuğu tornavidayı getirmemi istedi, mutfakta tornavidayı ararken salondan bir ses geldi..." Gözleri doldu ve bir kaç damla gözyaşı süzülmeye başladı yanaklarından. "Salona gittiğimde yerde öylece yığılmıştı. Heralde dengesini kaybetti, yere düşünce de mermerden yapılmış küçük bir heykel vardı kafasını ona çarpmış. Başında çizikler vardı, hemen ambulansı arayıp çalıştığımız hastaneye kaldırdık. Testler falan yapıldı beyin kanaması dediler, ameliyata aldılar..." Gözyaşlarından iyice ıslanan yanaklarını masadan aldığı peçeteyle sildi. "Ameliyattan çıkartılıp yoğun bakıma alındı. Günlerce gözümün önünde eriyip gitti... Beyninde aşırı hasar vardı, bitkisel hayata girmesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu... Sonra ailesi yaşamını sonlandırması için kağıtları imzaladılar. 3 hafta bekledik... Ben olsam yapmazdım, imzalamazdım! O öyle ya da böyle orada yatıyordu..." Yanına yaklaşıp ona sarıldım... Anlattıkları o konuştukça yerine yerleşen bir puzzle gibiydi kafamda... Ben o günden sonrasını hatırlamıyordum. Derin derin ağlıyordu, geçen zaman çığlıklarını almış saf bir hüzün bırakmıştı ona. Ölüm böyle bir şeydi çünkü; acısı sizinle bir süre kalır daha sonra o acı yerini derin bir boşluğa bırakır. Siz o boşluğa baktıkça hüzünlenirsiniz, belki bir tebessüm oluşur yüzünüzde ama üzülürsünüz. Ilk günün acısı olmaz belki ama hüzün hep o boşluktadır...

O sırada siparişlerimiz gelmişti, Elfida yerinde doğrulup yaşlı gözleriyle gülümseyerek "Beni ağlattın şimdi de suffle mi yedireceksin?", omzunu sıktım "Üzgünüm, sadece benim de aklımda sorular vardı..." Kahvemden bir yudum aldım ve bardağına su doldurdum "Hadi iç biraz," diyerek bardağı dudaklarına götürdüm. Bir yudum aldıktan sonra bardağı avuçlarının arasına alarak "Üzülmeni istemiyorum ama şu an yanımdaysan sırf yaşanmışlıkların hatırına, seni belki seveceğim bunu bilemem ama şimdi anıların hatırıyla yanımdasın." Haklıydı, durumu çabuk bile kabullenmişti. Ona zaman vermem gerektiğini biliyordum. "Bazen ben de merak ediyorum, neden ben?" dedim madasa ki papatya desenli peçeteye bakarak. "Eğer bu olacaksa sen ya da başkası, fark etmez. Garip olan anıların yeniden bir beden bulması." suffleden bir kaşık almış ve kaşığı ağzında tutuyordu.
"Yaşayacaklarımızı gördüm Özgür, bu bir anlamda benim o gördüklerimi yaşamadan ölmeyeceğim anlamına mı geliyor?" diyerek haylazca bana güldü. Gözlerinin nemi henüz geçmemişti... Üzülmeyi haketmiyorsun Elfida, hele ki ağlamayı hiç!

Sen üzülme diye aşkın beden beden geziyor belki de. Yüreği güzel kendi güzel kadın!

10 Nisan 2015 Cuma

Elfida -Bölüm 6-

Elfida

-Bölüm 6-

Kahvaltıdan sonra bir doğa yürüyüşü yapmaya karar vermiştik. Her şeyi daha rahat konuşmak için sakinliğe ihtiyacımz vardı. Ağır adımlarla yürüyorduk. O, bej renkli montunun cebine ellerini atmış düşünceli şekilde adımlarını izliyordu. "Tam olarak nasıl başladı?" diye sordu. Ellerimi pantolonumun ceplerine soktum ve derin bir nefes çektim "Parça parça. Küçük küçük anılarla başladı. Gördüklerimi umursamıyordum. Sonra ağrılar başladı, göğsümden kollarıma ve çeneme yayılan, hemen sonra da uykuya dalıyordum. Sonra seni görüyordum, bizi.". Durdu ve bana dönerek "Nerede başladık peki?" diye sordu. "O gece, tanıştığımız gecede başladı." diye cevapladım ve devam ettim, "1-2 hafta sonra rüyalarım yoğunlaşmaya başlamıştı. Uyandıktan sonra da benimleydi. Anlam veremiyordum. Daha sonralarda ise kendimi sana ait hissetmeye başladım, çünkü çok şey paylaşmıştık." bir süre sessizlik oluştu, sadece yürürken bastığımız kuru yaptakların çıkardığı sesler vardı. "Elfida!" dedim, bana baktı. "Ben seni bir yerlerde görüp beğenmiş ve sonrada çıkma teklifi edecek biri olarak durmuyorum burada. Benim durumum daha farklı, ben seni çoktan seviyordum.", "Yani?" diye sordu. "Yani; sevgili olmamız lazım!". Gülümsedi, ben de öyle. Birbirimize dönmüştük. Dudaklarına bakıyordum, bir tiryakinin yıllar sonraki hasreti gibi. Kalp atışlarım hızlanmıştı, göz bebekleri büyümüştü ve hızlı nefes alıyordu. Birden dudaklarına yapıştım. Soluksuz öpmeye başladım. Birden anılar gözümün önüne gelmeye başladı... Hızlıca geçen fotoğraflar gibi... Sonra eliyle beni iterek kafasını tutmaya başladı, çığlık atıyordu. "Elfida! Iyimisin?!" yanına giderek onu tuttum. Acı çekiyordu "Bu da ne böyle?!" "Ne oldu?! Elfida?". Gözlerinden yaş geliyordu. Bana olan ona da oluyordu... "Başım! Çok kötü!" diyerek bayıldı. Kucaklayıp arabaya doğru ilerledim. Arka koltuğa yatırdım ve hemen tatil köyüne sürdüm arabayı. Yolda kendine gelmeye başlamıştı, "Iyi misin?". "Başım, başım ağırıyor!", "Neredeyse geldik, doktor bir baksın sana.". "Hayır hayır! Eve gidelim." diyerek tekrar yattı.

Onu eve getirmiş yine koltuğa yatırmıştım ve ben yine onu izleyerek uyanmasını bekliyordum. Herkes kolayca konuşup anlaşabiliyorken, aşkı normal yaşayabiliyorken benim bu şekilde yaşamam beni düşündürüyordu. Herkes kendi hikayesini sevgilisi ile yazıyor. Ben ise tiyatronun ortasına düşmüş misafir oyuncu gibiyim. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bir başkasının anılarını taşıyor olabilirim ama seni seviyorum Elfida! Bu tekrar izlediğim film olabilir ama şimdi başrolünde ben varım ve sen, esas kız. Beni sevmelisin!

"Özgür?" diye seslendi, hemen yanına gidip dizlerimin üstüne çöktüm "Buradayım, iyi misin?", "Orada, beni öptüğünde bana ne oldu?", "Muhtemelen anılar, onları gördün. Ben de öyle.", "Çok hızlıydı, sersemledim." olduğu yerde doğrulup "Gördüğüm kadarı ile hiç birini yaşamadım ben.", "Nasıl yani? Ne gördün peki?", "İznik gölüydü sanırım, akşam saatleri... Dilek feneri yakmıştık uçuruyorduk...". "İznik gölü mü?" diye sordum. "Evet. Sonra, sonra Bolu'da yine bir göl evindeydik?... Anlayamıyorum?!", "Biz mi? Nasıl yani, sen ve ben mi?". "Evet ama ben daha önce Bolu'ya hiç gitmedim, bu olamaz!", "Tamam. Biraz dinlenmen gerek sanırım..." "Ben ne gördüğümden eminim Özgür! Bana hastaymış muamelesi yapma! Ben gördüğüm şeyleri yaşamadım diyorum! Eminim!" şaşkın ve endişeliydi, bir bardak su uzattım "Tamam, ben sana inanıyorum, hadi iç şunu. Biraz sakinleş." bir kaç yudum aldığı bardağı elinde sıkı sıkı tutuyordu, gözleri daldı "Seni gördüm Özgür, çok garipti!", "Beni mi?" diye sordum. "Evet, bir organizasyon şirketiydi sanırım, sana gelmiştim seni öpüyordum...". Şok olmuştum. Ona ne iş yaptığımı söylediğimi hatırlamıyordum. "Elfida, şimdi sen yaşamadığın anıları mı gördün? Bunu mu demek istiyorsun?". Bardaktaki suyu bir yudumda içerek "Evet, yani sanırım öyle.". Gözlerine bakarak "Elfida, öp beni!" dedim. Dudaklarındaki arzuyu görebiliyordum, beni öpmeye başladı. Anılar, yine gözümün önüne geliyordu, "Ne görüyorsun Elfida?", "Bizi." öpüyordu, büyük bir tutkuyla. Sonra bir an için durdu. "Sen benim Geleceğimsin Özgür!", "Sen de benim emin olduğum geçmişim, sürprizlerle dolu geleceğimsin Elfida!". Birbirimizi iki ayrı bedende arzulayan tek ruh gibiydik... Geçmiş ve gelecek aynı karedeydi...

Geleceğin rengi geçmişin güzelliğinde saklıysa eğer, sen en güzel rengim olacaksın Elfida!


7 Nisan 2015 Salı

Elfida -Bölüm 5-

Elfida

-Bölüm 5-

Bütün geceyi o küçük salonda birbirimize bakmadan uyuya kalma başarısıyla geçirmiştik. Uyandığımda saat yediyi yirmi geçiyordu. Camın önündeki tekli koltukta dışarıya bakıp kahvesini yudumlarken görmüştüm onu. Yanına gittim "Günaydın." diyerek karşısındaki koltuğa oturdum. Bana bakmıyordu, baktığı yöne baktım. Gece yağan çiğden ıslanmış yapraklar üzerindeki ıslaklığı damla damla toprağa döküyordu. "Nasılsın?" diye sordum, "Karışık. Sen?", "Sabırsız." diye cevapladım. Kahvenin ıslattığı dudaklarına baktım, çenesinin kıvrımlarına... Bir zamanlar yaşadığım şehirdin sen Elfida. Sokak sokak gezdiğim, gecesini gündüzünü ayrı sevdiğim, deniz kokulu bir şehirdin sen. Bir anda bana baktı ve beni onu izlerken yakaladı. "Tanıştığımız günün ertesi bir Pazar günüydü hatırlıyor musun?" diye sordu. "Evet, Mudanya'da kahvaltıya gitmiştik." diye cevapladım. Elindeki kalemle oynayarak "O gün girdiğimiz kitapçıda bana bir kitap hediye etmiştin?", "Evet, Yüz yıllık yalnızlık kitabıydı." diyerek sözünü kestim. "Peki neden o kitap?" diye sordu ve ben de beklemeden "Çünkü Marquez. Çok seversin." diye cevapladım. Derin derin nefes almaya başladı "Sen, çok eminsin... Söylediklerin doğru, hem de harfiyen. Nasıl oluyor anlamıyorum!". "Bana inanmaya başlamalısın Elfida. Durumun garipliğini anlıyorum ama bu sana hissettiklerimi değiştirmez." Sehpanın üzerindeki gümüş bibloya dalmıştı, "Elfida, beni dinliyor musun?", gözlerini hızlıca kırparak "Evet... Sadece hislerini düşünüyorum, onlar karşılıksız kalacaklar." Beni ilk kez bu kadar acıtmıştı. Göğsüme batan bir şeyler hissetmiştim. "Biraz daha nazik olamaz mısın?" gözlerim dolmuştu. Karşısında ağlamak istemiyordum. Kendimi dışarı atarak verandadaki ahşap salıncağa oturdum. Gözlerim, ağlamaya hasretmişçesine boşalıyordu. Yıllardır ıslanmayan gözlerim sanki kendini temizliyordu... O sırada yanıma geldi "Lütfen, beni yalnız bırakır mısın...", "Seni üzmek istememiştim, özür dilerim." dedikten sonra biraz bekleyip içeri girdi. Beni üzmek istemeyip beni paramparça ettin Elfida. Sana kızamıyorum bile çünkü seni seviyorum. Beni yıpratan şey ise bu duygularımı sana rahatça söyleyememem. Bir süre ağladım. Evet, içimdeki acıları gözyaşımla yıkıyor gibiydim... Sonra O, Elfida, yine yanıma geldi. O gelince her şeyimle ona ait hissediyordum. Ona karşı koyamıyordum, kızamıyordum. Omuzumu sıktı "Üzgünüm, gerçekten üzgünüm." diyerek peçete uzattı. "Üzülme. Bunu istemem." diyerek sağ omuzumdaki elini sıktım. Ona dokonmuştum. Bir ilaç gibi gelmişti. "Hadi, sil gözyaşlarını. Toparlan, güzel bir kahvaltı yapalım." diyerek yüzüme güldü. Pişmanlık duyduğu beliydi. Bana gerçek hisleriyle yaklaşmasını istiyordum, pişmanlığın getirdiği merhametle değil...

Kısa sürede hazırlanıp kahvaltı için evden ayrılmıştık. Hastaneyi arayarak zaten 8 gün sonra çıkacağı iznini erkene aldırmıştı. Onun arabasıyla 4 km yukarıdaki organik kahvaltı veren restorana doğru gidiyorduk. Arabayı ben kullanıyordum. Her zamanki gibi... O diğer koltukta oturup etrafı izlemeyi yeğlerdi, şimdi de öyle yapıyordu. Bunu bildiğimin farkındaydı. Camını aralayıp rüzgarın parfümünü bana koklatmasını da çok severdi. Sevdiği her şeyi biliyordum. Beni sevdiğine neden emin değildim? Asıl emin olmam gereken şeyi bilemiyordum...

Arabayı park edip restorana girmiştik. Siparişlerimizi söyleyip etrafı gözlemlemeye başlamıştık. Sanki konuşacak hiç bir şeyimiz yokmuş gibi... Buraya ilk kez geliyormuş gibi... Televizyondaki haber kanalına takılı kalmıştı, onu izledim. Sonra gözüm bir kaç masa ilerideki kitap okuyan bayana takıldı. Okuduğu kitap! Yüz yıllık yalnızlık. "Elfida!" diye seslendim. "Efendim?", "Arkanda, bir kaç masa geride tek başına oturan bir kadın var. Okuduğu kitaba bak." Hemen arkasını dönmedi, bir sağa bir sola bakarak göz ucuyla süzdü. Kitabı görünce tamamen dönüp baktı. Sonra bana dönüp "Tuhaf!" şaşırmıştı. Ben de öyle "Tesadüf diye bir şey yoktur değil mi? Bunu bana sen söylerdin." diyerek masaya yaklaştım. "Marquez dünyaca ünlü bir yazar, bu olabilir." dedi. Gözlerinin içine bakarak "Tamam, yazarın pek çok kitabı var. O kitap Kırmızı Pazartesi de olabilirdi değil mi?" diye sordum. "Bazen derin düşünmemek lazım, o kitabı milyonlarca kişi okuyor. Elbette okuyan biriyle karşılaşacağız.". "Evet, tam da bugünün sabahında değil mi?" diyerek gülümsedim. O sırada kahvaltılarımız geldi. 6 yıl öncesine gitmiştim... Mudanya! Elfida şimdi bana bakıp "Afiyet olsun bir tanem." diyecek gibiydi... "Özgür?!" Iyi misin? "Evet, sadece dalmışım.". "Afiyet olsun dedim." diyerek gülümsedi. Ben sadece gülümsedim, gülümsedim ve onu seyrettim.

Bundan kaçamazsın Elfida. Bu bir rüya değil, uyanıp kurtulamazsın. Beslediğim duygular tam da senin bahçende yeşerecek...

3 Nisan 2015 Cuma

Elfida -Bölüm 4-

Elfida

-Bölüm 4-

Acı insanı en çabuk yoran şeydir. Mutlu olduğumuzda sadece gözlerimiz ve dudaklarımız yorulur, eğer acı çekiyorsak her yerimiz, her hücremiz. Acı arsızdır. Her yerden ulaşır, gelir ve bizi acıtır.
Elfida; iyi şeyler düşünürken kötü şeyler yaşamışsın. Şimdi de benim canıma okuyorsun. Bana kızıyorsun ama söylesene, anılar hatırlanmadıkça önemsiz bir fotoğraftan başka nedir? Ne işe yarar? Isterim ki sana acı çektirmeyeyim, sileyim tüm anıları. Bir silgi bulayım ama hayır Elfida, silgiler üzerine yazılanları silemez... Biz, Birbirimize yazılmış dövme gibiyiz. Işte o kadar...

Yıldırım ismini sayıklarken kendinde değildi. Kucağıma alarak onu eve taşımıştım. Uykusu yoktu ama yorulmuştu, uyumuştu. Şimdi de karşımdaki bordo koltukta yatıyor. Üşememesi için zamanında beraber aldığımız beyaz çizgili yeşil battaniyeyi örtmüştüm. Salondaki tüm gaz lambalarını yakmış ben de tekli koltukta dinlenmeye çekilmiştim. En sevdiğimiz şarkıyı; Beatles - Ask me why açmıştım... Şarkı doğru söylüyordu 'Bunun bana olduğuna inanamıyorum... Bana nedenini sor sana seni sevdiğimi söyleyeceğim.' Ihtiyacımız olan tek şey konuşmak, tıpkı eskisi gibi...

Gözlerimi bir an Elfida'dan alıp camdan dışarı baktım. Alacakaranlık çökmüştü. Odadaki gaz lambalarının sıcak sarı rengi bizi ısıtmaya yetiyordu. Düşünüyordum, Yıldırım da kimdi? Yaşadığım sandığım anıların sahibi miydi? Bu çok saçma! Inanmak istemediğim her durumda yaptığım şeyi yine yapıyordum, inkar ediyordum. O sırada Elfida'nın kollarını açıp gerildiğini gördüm, kaşlarını çatmış gözleri kapalı şekilde yüzünü bana döndü ve "Ne oldu?". Yanına gittim, terlemişti, üzerindeki battaniyeyi alarak "Sadece yorgunsun, biraz dinlenmen gerek."
Çok da anlaşılmayan bir ses tonuyla "Sen neden hala buradasın? Neden gitmedin?" diye sordu. Ben de yerime geçerek "Hipokrat yemini diyelim." diyerek gülümsedim. "Nasıl olacak?" diyerek toparlandı ve dizlerini çekerek kollarını birbirine bağladı, çenesini dizine koyup "Seni daha bu gün gördüm ve şimdi aynı evde başbaşayız, bu tuhaf değil mi?" diye sorduktan sonra kulaklarını çalan müziğe verdi. "Ben seni anlıyorum, anlamaya çalışıyorum," diyerek devam ettim "Sorun, aynı şeyi senin yapmaman." Beni muhtemelen duymadı. Gözleri uykunun verdiği sersemlikle dalmıştı "Seni anlamamı bekleme. Mantıklı tek bir açıklaman yok çünkü." diye cevap verdi. Yanına oturmak için hamle yaptığımda "Yok, orada iyisin." diyerek beni tersledi. Ben yine de yanına oturup "Yıldırım? Bana onu anlatır mısın?" diye sordum. Alaycı bir gülümseme ile "Teknik olarak buna gerek yok, sen onu oynamıyor musun zaten?". Pencere önündeki koltuğa doğru yöneldim "Biliyor musun, benim de bir sevgilim vardı. 2 yıl önce." diyerek koltuğa oturdum ve devam ettim "Mutlu giden her ilişkinin saçma sapan ayrılıklarla sonuçlanacağına inanır dururdu. Bir zaman sonra bu düşüncesi beni rahatsız etmeye başlamıştı... Her neyse ayrıldık neticede. Yıldırım için üzgünüm, başın sağ olsun." Yeşil lastik tokası ile saçlarını arkada toplayıp ayağa kalktı "Hakkımda bunca şeyi nerden biliyorsun? Yıldırım'ın her şeyini anlattığı bir arkadaşı mısın yoksa?". "Saçmalama, bir kaç saat öncesine Yıldırım'dan haberim bile yoktu!". Müzik çaların kumandasını alarak şarkıları gezinirken " Yaşadığımız şey çok farklı, aynı anıları paylaşıyoruz ama daha önce hiç tanışmadık." diye söylendim. Bana bakıp "Söyle bakalım, biz nasıl tanıştık?". Gülümsedim, "Final sorularına gel istersen bunlar fazla kolay. Tıp bayramı akşamında Bursa Tabip Odası'nın düzenlediği bir yemekte elbette." diyerek cevapladım. "Demek öyle, yani sen bir doktorsun öyle mi?" diyerek alaycı bir bakış daha attı. Ben şaşkınlığımı üzerimden atarak "Hayır değilim, yani orada tanıştık ama benim orada ne işim vardı hiç bir fikrim yok. Bir de Senin Yaşam hastanesinde çalıştığını biliyordum mesela ama öyle değilmiş. Bazı şeylere ben de anlam veremiyorum". Düşünceli bir şekilde elindeki kumandayla oynuyordu "Evet, Yaşam hastanesinde çalışıyordum. Yıldırım'ı kaybettikten sonra oradan ayrıldım. Orada beraber çalışıyorduk."  diyerek devam etti, "Yine de her şeyi hatırlamıyor gibisin. Bu yaşadıklarına flashback diyeceğim ama kendi geçmişine değil bir başkasının geçmişine gidiyorsun. Buna geçmiş de denemez tamamı ile bana ait anılar sadece. Öyle mi?" diye sordu. Beni anlamaya çalışmasının verdiği mutlulukla cevap verdim "Evet, muhtemelen ben Yıldırım oluyorum bu durumda." İstemsiz gülümsedi "Konuştuğumuz konu sıradışı hatta saçmaya yakın..." Yerimden kalkıp "Bu yaşadıklarımla ilgili bir çok kişiye gittim, kimse net bir şey söyleyemedi. Sanırım cevapları biz bulacağız Elfida." diyerek ona yaklaştım. Koltuğa oturdu ve "Sadece merak ediyorum. Ne yaşadığını, içinde benim de olduğum bir durum söz konusu. Gerçekten merak ediyorum." diyerek devam etti "Sevgili değiliz Özgür! Bunu aklından çıkar! Şu an hasta olan sensin ve bunun tedavisi için uğraşacağız, anlaştık mı?". Şaşırmıştım "Nasıl yani?" diye sordum. "Şöyle ki; sana ateş edildi ve vücudunda  bir kurşun olduğunu düşün, ameliyatla o kurşunu çıkaracağız. Kurşun üstelik bana ait!" diye yanıtladı. Bu durumu kabullenmesem de onunla vakit geçirmek için başka bir çarem yoktu...

Seni tekrar mı kazanacağım Elfida? Bu ne güzel bir aşk öyleyse!