30 Mart 2015 Pazartesi

Elfida -Bölüm 3-

Elfida

-Bölüm 3-

Arabama yaslanıp uyuşan başıma masaj yaptığım sırada telefonum çaldı, Yiğit arıyordu...
-Efendim Yiğit?
+Ne oldu? Konuşabildin mi?
-Hayır. Yani evet konuştum ama...
+Neler oldu, iyi değilsin?
-Ters giden bir şeyler var Yiğit. Emin olduğum tek şey hatırladığım şeylerin bir zamanlar gerçekten yaşanmış olması.
+Şimdi neredesin?
-Hastanedeyim, az önce ağlayarak gitti buradan. Onu durduramadım.
+Ağladı mı? Nereye gitti ki?
-Nereye gittiğini biliyorum... Sonra görüşürüz, ararım ben seni.
Telefonu kapatıp arabama bindim ve yola koyuldum. Hakkında çok fazla şey biliyordum, şimdi yalnız kalmak için uludağdaki dağ evine gittiğini de adım gibi biliyordum.

Neden acı çekiyorsun Elfida? Söylediklerime kayıtsız kalamadıysan neden benimle konuşmuyorsun?! Bana yardım et! Sana ait birini kendinden uzaklaştıramazsın...
Bu yaptığımın doğru olup olmadığı umurumda değildi. Konuşmamız gerekiyordu ve ben artık vazgeçmeyektim...Benzinlikte yakıt alırken şirketi arayarak bir kaç gün olmayacağımı söylemiştim. Kafamı boşaltıp yoğunlaşmam gerekiyordu. Elimde sadece emin olduğum anılar vardı. Onu ikna etmeliydim. Bu kolay olmayacaktı...

Uludağa gelmiştim, yolda bir kaç kişiye doğa evlerini sormuştum. Orayı biliyordum ama yoldan emin değildim. Kısa bir süre sonra küçük ahşap evlerle dolu dinlenme yerine gelmiştim. Gözlerim onun arabasını arıyordu. Toprak yolda yavaşça arabamla ilerleyerek evlere ve önündeki arabalara bakıyordum. Görememiştim. Arabayı park edip danışmaya doğru gittim ve "Iyi günler, Elfida Soylu hanımı ziyarete gelmiştim ama..." dedim. Görevli kayıtlara bakarak cevap verdi "Beyefendi kayıtlarda böyle biri gözükmüyor." Gelmemişti. 36 numaralı eve doğru yavaş adımlarla yürüdüm. Burayı biliyorum... Bu da ne?!.. Başım!.. Başıma giren şiddetli ağrının acısıyla yere attım kendimi. Gözlerimin yandığını hissediyordum. Gözümün önünden hızla gelip geçen fotoğraflara anlam vermeye çalışıyordum. Dizlerimin üstünde durmaya çalışıp başımı ellerimin arasına aldım. Resimler durmuyordu... Elfida beni bu evde öpüyordu..."Beni ne kadar çok seviyorsun?" diye soruşu yankılanıyordu... Elimden kumandayı kapıp televizyonu kapatıyordu... Isırdığı havuç dilimini benimle paylaşıyordu...Hediye aldığım mavi elbiseyi giymiş nasıl durduğunu soruyordu... Gözümün önünden hızla geçen fotoğrafları anlamaya çalışıyordum. Başım... Feci şekilde ağrıyordu! Allah'ım bana ne oluyor?! Gözlerim bulanık görmeye başlamıştı... En son omuzuma bir elin dokunduğunu hissedip yere yığıldım. Fazla bulanık görüyordum... Üzerindeki kırmızı gömlek tanıdık gelmişti, "Elfida!..".

Kendime geldiğimde küçük bir sağlık odasındaydım. Belli ki bayılmıştım. Kafamı sağa doğru çevirdiğimde O'nu gördüm... "Elfida!" diye mırıldandım. "Iyi misin?" diye sordu. Nasıl iyi olmazdım ki? Evet dercesine başımı salladım ve yattığım yerde doğrulmaya çalıştım. Yanıma gelerek kolumdan tuttu ve yardım etti. Ona baktım "Teşekkür ederim." öne düşen kumral saçlarını kulağının arkasına alarak "Ben bir doktorum, bu yaptığım tamamen hipokrat yeminiyle alakalı." dedi ve ekledi "Konuşacağız. Merak ediyorum çünkü. Ne olduğunu hala anlamış değilim, senin burada ne işin var mesela? Hastanede anlattıkların?... Ben kafeteryada olacağım, kendini iyi hissedince gelirsin.". "Tamam." deyip başımı salladım...

Bir süre sonra toparlanıp kafeteryaya gittim. İçeri girdiğimde köşe masada oturduğunu gördüm. Beni farkedince elindeki kahve fincanını masaya bırakarak "Daha iyi misin?" diye sordu. "Gayet iyiyim, teşekkür ederim. Sen olmasan..." sözümü keserek "Ben orada olacaktım evet, bunu nereden biliyordun?" diye sordu. Derin bir nefes vererek oturdum "Sana anlattım, rüyalarım. Bize ait şeyler görüyorum. Yaşadığımız anılar ve zamanlar..." yine sözümü kesti "Buna inanamam kusura bakma!", "Orada bayılmadan önce o evde yaşadıklarımızı gördüm. Hepsi birer fotoğraf gibi, o kadar hızlı geçiyordu ki başım dönmeye başlamıştı..." diye devam ettim. Sinirliydi arkasına yaslanıp "Ne gördün? Ne yaşamışız biz o evde?!" diye sordu. Çekingen bir şekilde cevap verdim "Özel şeyler... Bak, ben sağ ayağının tabanındaki beni bile biliyorum." şaşkınlığını gizleyememişti. "Bence şöyle yapalım. Bana inanman için neleri cevaplamalıyım sana ne anlatmalıyım? Bunları söyle bana olur mu?" diye sordum. Kollarını masaya koyarak "Ben hala durumu anlayamıyorum, benimle dalga geçtiğini düşünüyorum ama bir yandan söylediklerin... Yani nereden biliyorsun bunları?" diye sordu. "Sevgiliydik çünkü Elfida." dedim ve ekledim "Sana aldığım çiçekler, buraya geleceğini tahmin etmem... Bunlar hep yaşanmış zamanların parçaları.". "Öncelikle sevgiliydik demeyi bırak tamam mı?!" diye tersledi. Masaya yanaşarak karşılık verdim "Madem sevgili değildik, öpüşmeye alt dudağımdan başladığını nereden biliyorum söylesene?" Sağ yanağıma sert bir tokat attı ve ayağa kalktı "Senin terbiyesizliğini dinleyemem ben burada!" kafeteryada bulunan bir kaç kişi bize bakıyordu, ayağa kalkarak "Özür dilerim. Ben sadece dikkatini çekmek istiyorum. Lütfen bana yardımcı ol." diyerek sakinleştirmeye çalıştım. Ellerini birleştirerek "Sana yardımcı olamam çünkü saçmalıyorsun, bu söylediklerin doğru evet ama ben... Ben bunları seninle yaşamadım ki!"
dedi ve dolan gözlerini eliyle sildi ve ekledi "Bu anlattıkların... Yıldırım'la yaşadığım şeyler. Sen, nerden biliyorsun bilmiyorum." şaşkınlığımı gizleyememiştim, "Yıldırım kim?" diye sordum. "Sevgilim, yani sevgilimdi..." hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve koşarak kafeteryadan çıktı. Eve doğru koşarken peşinden koştum "Elfida! Yapma lütfen! Yine gitme!" diye seslendim... Arkasını döndü ve var gücüyle bağırdı "Beni rahat bırak! N'olur!" ve olduğu yere dizlerinin üzerine çöktü. Yanına giderek sakinleştirmeye çalıştım ve sayıkladığı o cümleye şahit oldum; "Yıldırım... Sevgilim... O öldü... Öldü!"

29 Mart 2015 Pazar

Elfida -Bölüm 2-

Elfida

-Bölüm 2-

Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Konuşmaya nereden başlayacağım, ne diyeceğim? Üstelik beni daha önce hiç görmemiş, tanımamış birinin karşısına bu şekilde çıkmak ne derece doğruydu? Ne yaşadığımı bilemiyordum. İçimde ona ait yaşantılar vardı. Kalbimdeki sevgiyi nasıl kazanmıştı? Nasıl oluyordu da O'na ait hissediyordum? Yakın zamanda hafıza kaybı geçirmiş gibiydim... Olanları kabul etsem de sebebini bilmiyordum. Bu yaptığım deliceydi ama kendimi haklı buluyorum. Onunla konuşacağım...

Hastane gelmiştim. Arabamı park ettim ve bagajdan gelirken çok sevdiği kırçıllı beyaz astomerya çiçeklerinden yaptırdığım aranjmanı alıp binaya girdim. Danışmaya gidip muayene odasının yerini öğrendim. 1. Kat merdivenlerden sola, koridorun sonundaki sol kapı. Koridorun uzun olması kendimi toparlamam için bana bir fırsat gibi gelmişti. Yemin ederim ne yapacağımı bilmiyorum. Allah'ım bana yardım et! Kapının önüne geldiğimde bir kaç anne çocuğunu muayene ettirmek için bekliyordu. Onları beklemeliydim. Bu sırada heycandan buz kesmiş ellerimi ısıtmaya ve istemsiz sallanan dizlerimi kontrol etmeye çalışıyordum. Hemen yanımdaki su otomatından durmadan su içiyordum. Son hastanın da girmesiyle iyice gerilmiştim. Elimde çiçeklerle beni gören doktor yardımcısı "Beyefendi? Yardımcı olabilir miyim?" diye sordu. Gülümseyerek "Elfida hanım, onu bek-... Bekliyorum." diye cevap verdim. Ne oluyor bana? Daha yardımcısıyla konuşamadım! Nasıl anlatacaksın derdini?! Hadi Özgür! "Son hastayı aldık, ben Elfida hanıma beklediğinizi ileteceğim." diyerek içeri girdi. Iletmese daha iyiydi... Aniden çıksaydım karşısına... Daha doğrusu öyle planlamıştım. 10 dakika sonra odadan çıkan anne ve çocuk bana buzlu su etkisi yaratmıştı. Sıram geldi. İğneden korkan küçük bir çocuk gibi hissediyorum... Hemşire yanıma gelip "Buyrun, doktorumuz müsait." diyerek içeriyi gösterdi. Yavaş adımlarla odaya girdim. Hemşireye bakıp "Rica etsem bir kaç dakika özel görüşebilir miyiz?" Elfida hemşireye başıyla gitmesini işaret etti ve kapı kapandı...
Aman Allah'ım! O. Rüyalarımdaki kadın. Tamamı ile gerçek! Kalın siyah çerçeveli gözlüğünü çıkarıp elimdeki çiçeklere baktı, hoşuna gitmişti. Masasına yaklaşıp elimi uzattım "Merhaba, Özgür ben. Özgür Karaca." İçten bir gülümseme ile cevap verdi "Elfida Soylu, memnun oldum." Çiçekleri masasına koyup "Sizin için..." diyerek oturdum. "Çok naziksiniz, bunlar en sevdiğim çiçekler. Beni şaşırttınız." diyerek çiçekleri koklayıp yanındaki dolabın üzerine koydu ve ekledi "Nasıl yardımcı olabilirim?". Derin bir nefes alıp başladım "Açıkçası biraz zor." şaşırmıştı. "Elfida hanım beni daha önce hiç görmediniz değil mi?" diye sordum. Şaşkınlığı gizleyemeyen surat ifadesi ile "Hayır, en azından ben hatırlamıyorum." cevap verdi. "Bu durumu nasıl açıklayacağım bilmiyorum ama lütfen beni dinlerken sabırlı ve anlayışlı olun. Rica ediyorum." diyerek konuşmaya başladım. "Ben son haftalarda bazı sancılar yaşıyorum. Göğüs kafesim, kollarım, çenem... Bu sancının hemen sonrası uykuya dalıyorum ve uykuda sizi görüyorum." yüz ifadesinden ne kadar şaşırdığını anlamıştım, bu kızgın olmasından daha iyiydi. " Rüyalarım biraz tuhaf, gerçekçi rüyalar. Yani sizinle bir şeyler yaşıyorum. Sevgili gibi." sözümü keserek "Bu bir çıkma teklifi ise gayet yaratıcı." gülümsedi. "Çıkma teklifi için sanırım geç kaldım." diye ekledim. "Nasıl yani?" diye sordu. "Ben size ait hissediyorum. Yani yaşadığımız anılar var. Hatırlıyorum, biliyorum." diye cevapladım. Dudaklarını bükerek "Gayet iddialı." beni ciddiye almıyordu... "Size yaşadığımız bir kaç özel anımızı anlatsam bana inanacak mısınız?" diye sordum. Arkasına yaslanıp kollarını birleştirdi "Dinliyorum.". "Kapadokya gezisini hatırlayın, bindiğimiz balonda kulağıma ne fısıldadınız?" rengi soldu ve beyazladı, devam ettim "Şöyle dediniz; dünya gökyüzünde yaşanacak bir yer ama bizim kanatlarımız yok." Ayağa fırlayarak "Siz bunları nereden biliyorsunuz?!" diye yüksek sesle bağırdı. "Lütfen sakin olun, bunları berber yaşadık." "Ne saçmalıyorsunuz siz?!" kapıyı göstererek "Sizi tanınıyorum bile. Lütfen çıkın odamdan!"diye bağırdı. "Lütfen bana bir kaç dakika daha verin, bu olanlara ben de anlam veremiyorum." diyerek ayağa kalktım. "Güvenlik çağıracağım, lütfen çıkın!" Israrla beni kovuyordu. Masaya kartımı bırakarak "Kendinizi toparladığınızda lütfen beni arayın." dedim ve odadan çıktım... Otoparka gidip beklemeye başladım. Buradan geri dönemezdim. Hastaneden elbette çıkacaktı... Biri bana akıl vermeliydi, ne yapacağımı bilmiyordum... 1 saate yakın beklemiştim. Sonunda çıkmıştı ve arabasına doğru hızlı adımlarla ilerliyordu. Yanına yaklaşıp "Elfida!" diye seslendim.Bana döndüğünde güneş gözlüğü ile saklamaya çalıştığı yaşlı gözlerini gördüm. "Özür dilerim. Üzmek istemedim ama ben de acı çekiyorum ve inan bu olanlara anlam veremiyorum." Kesik kesik nefesini hissediyordum burnunu çekti ve "Sizi tanımıyorum, lütfen beni rahat bırakın." diyerek arabasına yöneldi. Arabaya binmesini önlemek için kapıyı tuttum "Beni tanımıyorsun tamam ama hiç mi merak etmiyorsun? Sence bu olanlar normal mi?" diye sordum. "Önümden çekilin lütfen! Ayrıca bir daha beni rahatsız etmeyin!" Acı çekiyordu, kızgındı ve yorgun. "Nereye gideyim peki?! İçimde sana ait yığınla anıyla nereye gideyim?!" Arabasına binip hızla uzaklaştı... Arkasından koştum "ELFİDA! ELFİDA! NEREYE GİDEYİM SÖYLESENE?! NEREYE?!!!"... Bağırdım ama ne fayda, beni duymadı bile...

27 Mart 2015 Cuma

Elfida -Bölüm 1-

Stresli bir organizasyonu başarıyla sonlandırmanın rahatlığıyla arabama atmıştım kendimi. Koltuğa yaslanıp gözlerimi ovuşturarak derin derin nefes almaya başlamıştım. Kravatımı gevşetip yaka düğmemi açmıştım.  Müzik çalara bastığımda yarıda kalmış Coldplay - True Love şarkısı çalmaya başlamıştı, en güzel yerleri...
Saygın bir iş adamının çocuğunun sünnet organizasyonu için haftalardır yoğun çaba sarfetmiştim. Atlattım ve artık rahatlamam gerekiyordu. Arabayı çalıştırarak eve doğru yola koyulmuştum. Akşam saatlerinin şehire yaptığı ışıltılı makyajı izleye izleye gidiyordum. Mağazaların çoğu kapanmıştı ama insanlar vardı. Bir süre sonra şehir merkezinden ayrılıp çevre yoluna geçmiştim. Yol kenarında ki sıralı çam ağaçlarını takip edememeye başlamıştım. Yine başlamıştı. Midem bulanmaya başlamış ve ağrı göğsümden yayılıyordu. Arabayı sağa çekip bekledim. Son günlerde çok sık tekrarlıyordu. Kollarıma ve çeneme yayılan kötü bir ağrıydı.  Nefesim daralıyordu, halsizleşmiştim. O kadar çok terliyordum ki gömleğim üzerime yapışıyordu. 10-15 dakika sonra ağrım hafiflemeye başlamıştı. Kendime gelmeyi beklemeden arabayı eve doğru sürmüştüm. Eve vardığımda daha iyiydim. Kapıyı açar açmaz kedim ayaklarıma sırnaşmaya başlamıştı. Ona basmamak için büyük adımlar atarak salondaki koltuğa atmıştım kendimi. Uyuyacaktım biliyordum ve O'nu yine rüyamda görecektim...

Yine nefes nefese uyanmıştım. Hiç gitmediğim yerleri yıllardır orada yaşamışcasına bildiğim gerçekçi bir rüyaydı bu. Son zamanlarda sık sık görüyordum. O, Elfida. Yüz hatlarına o kadar hakimdim ki, bir zamanlar benimmiş gibi. Yaşanmış zamanlar gibi. Gördüklerim bir rüya için fazla gerçekçiydi. Gecenin bir yarısı beni uyandıran bu rüyalara anlam veremiyordum. Yaşadığım göğüs ağrıları...Artık bir doktora gitmenin vakti gelmişti...

Sabah uyandığımda kedim Mercan'ın yanımda uyuduğunu gördüm. Kahve ve beyaz renkli tüyleri olan sadık bir kedi. Onu kucağıma alıp mutfağa doğru gittim.
Tabağına kedi maması koydum ve ben de bir şeyler hazırlayıp atıştırdım. Bugünü kendime hastane için ayırdım. Ağzımda son lokmamı çiğnerken odamda üstümü giyindim. Yakalı yeşil bir tişört, bej rengi keten pantolon, koyu kahve kemerim ve aynı renkte casual ayakkabı. Aynada şöyle bir baktım, nasıl görünüyorum? Gayet iyi. Arabama atlayıp şehre doğru yola koyuldum...

Hastanede yapılan testler ve tahlillerde her hangi bir rahatsızlığım çıkmamıştı. Doktorlar "Aşırı stres.bir daha olursa tekrar gel." diyerek beni göndermişlerdi. Ben ise günlerdir gördüğüm bu rüyaların ne anlama geldiğini sormak için psikolog bir arkadaşıma gelmiştim. Son seansındaydı ve ben onu bekleme salonunda kahvemi içerek bekliyordum. Bir süre sonra hastası çıktı ve kollarını açarak "Özgür, kardeşim hoşgeldin!" diyerek sarıldı. Iyi bir dost ve sırdaştı ve ben bu konuyu Yiğit'ten başkasıyla konuşamazdım. "Yemeğe çıkalım mı?" diye sordu, ben de konuşmak için geldiğimi söyledim ve odaya geçtik. "Bak bunun hasta doktor konuşması olmasını istemiyorum, bu daha farklı bir durum." diyerek oturdum. Yiğit de karşıma oturarak "Nedir problem, iyi görmedim seni..." diyerek bir bardak su uzattı. "Dostum ,benim şu göğüs ağrılarımı biliyorsun, sıkıntı bununla bitmiyor. Daha sonra rüyalar görüyorum. Normal rüya değil, fazla gerçekçi. Yer ve mekanlar. Bir de O... Yani Elfida. Onu seviyorum. Onunla bir şeyler yaşamışım gibi." Yiğit sözümü keserek "Sen rüya görüyorsun ve rüyada gördüğün kadına aşık mı oldun?" diye sordu. Ben devam ettim "Tam olarak böyle değil. Sanki o hep benimle varmış gibi, yani şu an bile onu seviyorum. Onunla bir yerlerde oturup yemek yemişliğim var sanki, bir çok özelini biliyorum. Ben Elfida ile sevgili gibiyim." Yiğit kollarını birleştirerek "Ismi Elfida mı?" diye sordu. "Evet ve bir doktor. Yaşam hastanesinde çocuk doktoru" diye cevapladım. Yiğit şaşırmış bir şekilde "Şu özel Doğa hastanesindeki çocuk doktoru Elfida Soylu olmasın sakın?" diyerek gülümsedi..  "Sen!? Dalga mı geçiyorsun benimle!?" kızmıştım. "Asıl sen benimle dalga geçiyorsun. Ne oldu gittin gördün kadını beğendin nasıl çıkma teklifi edeceğin konusunda fikir mi istiyorsun?" diyerek kahkaha attı. Ben yarı kızgın yarı şaşkın bir şekilde "Gerçekten o hastanede doktor mu? Ayrıca evet soyadını biliyorsun! Yiğit ayağa kalkarak ellerini cebine attı ve "Tanıyorum çünkü, doktorlar birbirini tanır. Ben senin ne yaşadığını anlayamadım. Söylediklerine anlam veremiyorum." diyerek devam etti "Son günlerde ağır travma geçirdin mi?" diye sordu. Ben kalktım ve pencere kenarına gittim "Anlamıyorsun biz sevgiliyiz zaten, sana yaşadığımız bir çok şeyi anlatabilirim.  Yıllardır ona ait hissediyorum." diyerek sitem ettim. "Daha hangi hastanede çalıştığını bilmiyorsun nasıl sevgilisin sen?" dedi ve ben de ekledim "Ben öyle biiyordum. Karşısına çıkamadım ki, yani ne diyeceğim kadına? Çok farklı bir durum... Muhtemelen beni hiç görmedi ama ben onunla çok şey yaşadım bir zamanlar."  Yiğit yanıma gelerek omzumu sıktı ve "Özgür, sen Meral'den sonra kimseyle çıkmadın. 2 yıla yakın bir zamandır sevgilin yok. Bunu yakın arkadaşın olarak ben biliyorum." dedi. Aniden arkamı dönerek kapıya yöneldim "Ben gidiyorum!". "Nereye?" diye seslendi Yiğit. "Doğa hastanesine..." diye seslendim...

Sana geliyorum Elfida...

26 Mart 2015 Perşembe

Doğru bildiklerimiz ne kadar gerçek?

Bazı şeyleri görebilmek farklı gözle bakmayı gerektirir. Gerçek dediğimiz şeyler ne kadar gerçek? Yoksa biz de durumu olduğu gibi kabullenenlerden miyiz? Bir bilgiyi aldığımızda onun doğruluğunu öğrenmek için sağlama yapar mıyız? Bazı insanlar denizin mavi renkli olduğunu söyler, öyle bilirler çünkü. Bilgi sorgulanmadıkça hep şaibelidir. Diğerleri ise aslında o mavi rengin gökyüzünün yansıması olduğunu bilir. Peki bunu ne zaman öğrendi? Mavi rengi önce denize mi gökyüzüne mi söyledi? Bunu sorguladığında gerçek bilginin sahibi oldu. Farkındalık sorgulamayı gerektirir. Gerçek dediğimiz şey aslında beynimizin en iyi tahminidir. Yani gerçek dediğimiz şeyin doğruluk oranı o gerçeği tahminimizle alakalıdır. Örneğin 50 metre ilerideki vazoya baktığımızı var sayalım. Beynimiz önce cismin şeklinden veri tabanını eler. Daha sonra çıkan sonuçlardan görüntüye en yakınını gerçek diye kabul eder. Zihnimiz askıda kalmış net olmayan şeyleri kabul etmez. Gerçek diye kabul edilen bilginin sağlamasını 50 metre ileri giderek yapabilirsiniz. Cismin gerçekte vazo olduğunu görür net doğrunun keyfini çıkarırsınız.

Şimdi gerçek diye bildiklerinizi sorgulayın. Zebralardan başlayın mesela; siyah üzerine beyaz çizgi mi, beyaz üzerine siyah çizgi mi?

Doğru bilgi mutluluk getirir.

Ben hep fazlasını isteyenler için söylüyorum...

19 Mart 2015 Perşembe

Kaç para bir mutluluk ?

Kaç paraya mutlu oluruz? Kapitalizm dediğimiz canavar bu hassas noktamızı keşfetmiş ve karnını doyurmakta. Bugün satılmak istenen tüm ürünlerin reklamlarında "Mutluluk verir" imajı verilmeye çalışılıyor. Bir kol saati reklamına bakın, saat 10:10 geçiyor durumdadır. Orada amaç gülen yüz psikolojisini yansıtabilmektir. "Mutluluk veririm size" demeye çalışılıyor. Basit bir çikolata reklamı bile buradan saldırıyor. "Mutlu et kendini", "Mutlu bir an" gibi sloganlarla geliyorlar üzerimize. Tek gayeleri bizi mutluluğa muhtaç olduğumuza ve bunu o ürünlerle giderebileceğimize inandırmak. Gerçekten öyle mi? Kaynağı bizde olan mutluluğa o ürünler olmadan ulaşamıyor muyuz? Mutlu değil miyiz? Yoksa yıllardır süregelen sözde bu mutluluk veren ürünerin reklam saldırılarıyla "Aslında ben mutlu değilmişim" mi diyoruz? Mutlu olmak için bu ürünlere ihtiyacımız olduğunu düşündürüp cebimizden paramızı alarak mutlu olacak olan kişiler, gerçekte mutlu olan kişiler oluyor. Bu bir algı saldırısı. Bir insanın ihtiyaç duygusunu dürtmek istiyorsanız onu önce söz konusu şeye aç bırakmalısınız. Zira karnı tok olan bir insana yemek yediremezsiniz. Bu ona cazip gelmez. Kapitalizm dediğimiz canavar farklı yollarla duygularımıza nüfuz ederek psikolojimizi etkilemeye çalışıyor. Aslında varolmayan yokluk hissini meydana çıkarıp daha sonra bunu nasıl giderebileceğimizi reklam yolu ile bize iletiyor. Biz de o ürünü satın alarak eksikliğimizi giderdiğimizi düşünüyoruz. Marjinal fayda denilen saçmalık aslında müşterinin o üründen aldığı haz ile alakalıdır. Herkes o ürünü çok istemeyebilir. O zaman da firma o ürüne makyaj yaparak bizim iştahımıza sunar. Acelesi yoktur, bizim o ürüne acıkmamızı ve farklı yollardan da olsa o ürüne muhtaç olduğumuza inanmamızı bekler. Sonra, BOOM! Mutlu olan asıl kişi o ürünü satanlar oluyor...

Mutluluk en başta vardı. Bizimleydi. Onu öksüz bırakan ve farklı maddelere bürünmesini sağlayan bizleriz.